
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları, “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” eyleminin 850. haftasını, Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirdi. Eyleme kayıp yakınları, sivil toplum örgütü temsilcileri ve hak savunucuları katıldı. Eylemde, faili meçhul ve gözaltında zorla kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. Her hafta olduğu gibi birçok sivil ve çevik kuvvete bağlı kolluk görevlisi alandaki yerini aldı. Bu hafta, 24 Mayıs 1994 tarihinde Diyarbakır Kulp’un Çağlayan Köyü’nde gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Selim ÖRHAN, Hasan ÖRHAN ve Cezayir ÖRHAN’ın akıbeti soruldu.
İHD Diyarbakır Şubesi Sekreteri Ömer Saman, eylemde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Cizre’de, Batman’da, İzmir’de ve Galatasaray Meydanı’nda yıllardır kayıplarımızın bulunmasını ve faillerin yargılanmasını talep ediyoruz. Ülkede yaşanan güncel gelişmeler, kayıplarımızın bulunmasının ve onarıcı adaletin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Eğer bu ülkeye barış gelecekse, önce geçmişle yüzleşmek gerekiyor. Yasımızın tamamlanması ve bu sürecin failleri olan kişilerin yargılanması gerekiyor.
Uluslararası Gözaltında Zorla Kaybettirmeler Haftası’nda bir kez daha sesleniyoruz: Barış sürecinin gerçekleşebilmesi için bir Hakikat Komisyonu kurulmalı ve bu acıyı yaşayan, bu mücadeleyi onurla sürdüren ailelerimiz sürece dahil edilmelidir.”
Mehmet Selim Örhan’ın oğlu Adnan Örhan ise konuşmasında şunları söyledi: “Cumartesi İnsanlarının Hikâyesi Bu Ülkenin Aynasıdır, Cumartesi İnsanlarının yıllardır sürdürdüğü adalet arayışı, aslında ülkede adaletin ve demokrasinin olup olmadığının bir göstergesidir. Henüz 11 yaşındayken babam Selim ve amcam, devletin karanlık güçleri tarafından gözaltına alınıp kaybedildiler. Yıllardır verdiğimiz mücadele hâlâ sonuçlanmış değil. Biz ve bizim gibi on binlerce kayıp ve faili meçhul yakını hep aynı şeyi söyledik: Tutulan fotoğrafların gözlerine iyi bakın. "Adalet istiyoruz ve faillerin ortaya çıkarılmasını talep ediyoruz" dedik.
1994 yılında babamlar gözaltına alındıktan kısa bir süre sonra Bağcılar tarafında 8 kişinin katledildiği ve bedenlerinin yakıldığı bilgisi geldi. Amcam ve köylüler olay yerine gittiğinde, cesetler tanınamayacak haldeydi ve babamların orada olmadığını düşündüler. Ancak birkaç yıl sonra başka bir ailenin başvurusu sonucu, oradaki toplu mezar açıldı. Ele geçirilen kafatası ve kemikler Adli Tıp’a gönderildi. Biz de kan örneği verdik. Kemiklerden birinin babama, diğerinin amcama ait olduğu anlaşıldı. Kuzenimin orada olmadığı tespit edildi.
Bu mezarlık ortaya çıktıktan sonra kemikler kayboldu. "Kemikler nerede?" diye defalarca kurumlardan bilgi talep ettik. Ancak sonuç alamadık; bize sadece “Kemikler kayboldu” denildi. Daha sonra yapılan bir açıklamada, bu kemiklerin bir kimsesizler mezarlığında olduğu ifade edildi. Biz de bir mezar taşımız olsun istedik ve başvuruda bulunduk. Ancak Kulp Savcılığı, bu mezarlığın açılmayacağına dair karar aldıklarını belirtti. Şu anda babamla birlikte 8 kişinin kemikleri, kimsesizler mezarlığında bir kabir içinde duruyor.
1990’lı yıllardan bu yana özellikle faili meçhul cinayetlerde ve kayıp vakalarında uygulanan keyfi yöntemler ve zulümler, tarihin kara sayfalarına geçmiştir. Bugün barıştan, kardeşlikten söz ediliyorsa, bu geçmişi görmezden gelemeyiz. Hakikati görmek ve tanımak zorundayız. Hakikat Komisyonu kurulmalı ve faili meçhul cinayetlere bir mezar verilmelidir. Bu ülkede faili meçhuller ve kayıplar örtbas edildi, dosyalar tozlu raflara kaldırıldı.
Bugün bir "toplumsal onarım"dan söz ediliyorsa, öncelikle devlet kayıtlarında yer alan kayıpların ve faili meçhul vakaların akıbeti araştırılmalıdır. "Kayıplar bulunsun, failler yargılansın" dedik. Şimdi yine aynı şeyi söylüyoruz: Hakikat ortaya çıkarılsın. Tam da içinde bulunduğumuz bu süreçte buna çok ihtiyaç var. Hakikat Komisyonu kurulsun, faili meçhul cinayetlerin tamamı aydınlatılsın ve bu cinayetleri işleyenler cezalandırılsın. Aksi takdirde hiçbir kayıp yakını, yapılanın bir onarım olduğunu kabul etmez.
Yarım asırdır süren bu mücadelede birçok anne gözleri açık olarak hayatını kaybetti. Benim ninem de oğullarını ve torunlarını beklerken "İnşallah bir gün gelirler" diye dua ederek yaşadı. Bunca vahşeti yaşatanlar rahat mı uyuyacak? Hiçbir aile hakkından ve hukukundan vazgeçmemiştir. Bunun somut göstergesi, yarım asırdır devam eden “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” mücadelesidir. Kayıp yakınları olarak adalet istiyoruz.”
Ardından, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi Kayıp Komisyonu Üyesi Avukat Berfin Elçi, Selim, Hasan ve Cezayir Örhan’ın hikayesini okudu.
“Bolu Komando Tugayı’na bağlı askeri birlikler, 6 Mayıs 1994 tarihinde Diyarbakır’ın Kulp İlçesi Deveboyu Mezrası’na baskın yapar. İmama ‘minareden köylülerin cami önünde toplanması’ için anons yaptırılır. Askerler tarafından cami önünde toplanan köylülere “evlerinin yakılacağını” ama öncesinde eşyalarını toplamaları için izin verileceği söylenir. Ancak köylülerin eşyalarını taşıması tamamlanamadan evler ateşe verilir.
24 Mayıs 1994 tarihinde askerler tekrar köye gelir. O sırada köyde bulunan 46 yaşındaki Selim, 40 yaşındaki Hasan ve 17 yaşındaki Cezayir Örhan gözaltına alınır. “Onları nereye götürüyorsunuz?” diye soran ailelerine askerler “Yolda bize rehberlik edecekler, sonra bırakacağız, merak etmeyin” cevabını verirler.
Salih Örhan ertesi gün Zeyrek Jandarma Komutanlığına giderek kardeşleri Selim ve Hasan ile yeğeni Cezayir'i sorar. Zeyrek Jandarma Komutanı Ahmet Potaş, söz konusu kişilerin Kulp'a götürüldüklerini söyler. Salih Örhan, bu sefer Kulp Jandarma Komutanı Ali Ergülmez ile görüşür ancak Ali Ergülmez konuya ilişkin bilgisi olmadığını söyler.
Bölgedeki karakollardan cevap alamayan Salih Örhan, Kulp Cumhuriyet Başsavcılığına, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığına, OHAL Valiliğine, Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı'na, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarına resmi başvurular da bulunur. Selim Örhan Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde görevli savcı Mustafa Atagün’e ifade verir. Selim Örhan’ın anlattıkları karşısında çok sinirlenen savcı “Devletin insanların kaybolmalarına neden olduğunu nasıl iddia edebilirsin?” diyerek onu azarlar.
Selim, Hasan ve Cezayir Örhan’ın gözaltına alındığına, önce Serik karakoluna ardından Lice jandarma karakoluna son olarak da bir kısmı işkencehaneye çevrilen Lice Yatılı Okulu’na götürüldüğüne dair tanıklık edenler olur. Ancak Kulp Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 8 Haziran 1994 tarihinde başlattığı soruşturmada, gözaltı kayıtlarında Selim, Hasan ve Cezayir Örhan’ın adlarının yer almadığı gerekçesiyle soruşturmaya yer olmadığı kararı verilir.
Tüm girişimleri sonuçsuz kalan Örhan Ailesi, İHD Diyarbakır Şubesi avukatları aracılığıyla AİHM’e başvuru yapar. 6 Kasım 2002 tarihinde AİHM, Türkiye’yi Selim, Hasan ve Cezayir Örhan’ın gözaltında kaybedilmesinden sorumlu tutar.
2003 yılında Selim ve Hasan Örhan'a ait kemikler Kulp'a bağlı Bağcılar köyü yakınlarında bir toplu mezarda bulunur. Cezayir Örhan’dan ise bir haber alınmaz.
İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda kimlik tespiti çalışması yapılan Selim ve Hasan Örhan’a ait kemikler 16 Temmuz 2004’te postayla Kulp Savcılığı’na gönderilir. Ancak defnetmek için kemikleri isteyen aileye Savcılık kemiklerin kaybolduğu bilgisini verir. Aile ve İHD’nin altı yıllık arayışının ardından Örhan’lara ait kemiklerin, aynı toplu mezardan çıkan 6 kişiyle birlikte topluca kimsesizler mezarlığına gömüldüğü anlaşılır.
Faillerin tespiti ve yargılanmaları için her ne kadar savcılığa başvuru yapılmışsa da dosyada etkin bir soruşturma yapılmaz ve dosya zamanaşımına uğrar.
Bu dosyanın zamanaşımına uğraması, sadece hukuki bir sürecin sonu değil; aynı zamanda adaletin inkârıdır. Kaybedilenlerin akıbeti aydınlatılana ve failler cezalandırılıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz.”
Şimdi de gözaltında kaybedilen Selim ÖRHAN, Hasan ÖRHAN, Cezayir ÖRHAN ve diğer tüm kayıp ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gidenler için 1 dakikalık oturma eylemine geçiyoruz.
İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ