857. HAFTA: MESUT DÜNDAR’IN FAİLLERİ SORULDU

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları, “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” eyleminin 857. haftasını, Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirdi. Eyleme kayıp yakınları, sivil toplum örgütü temsilcileri, hak savunucuları ve çok sayıda kişi eyleme katıldı. Eylemde, faili meçhul ve gözaltında zorla kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. Her hafta olduğu gibi birçok sivil ve çevik kuvvete bağlı kolluk görevlisi alandaki yerini aldı. Bu hafta, 1992 yılında Şırnak’ın Cizre ilçesinde gözaltına alınıp işkenceyle katledilen zihinsel engelli Mesut Dündar’ın failler soruldu.

İHD Diyarbakır Şube Yöneticisi Yakup Güven, eylemde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Sevgili anneler, değerli basın mensupları, 857 haftasında olduğumuz "Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın" isimli eylemimize hepiniz hoş geldiniz. Bugün, tarihi bir dönüm noktasının eşiğindeyiz. Annelerle birlikte kayıplarımızın akıbetini sorduğumuz, faillerin tespit edilerek yargılanmasını talep ettiğimiz bu hukuksuzluğa neden olan tüm hak ihlallerini ortaya çıkarmak ve çözüm için sesimizi yükseltmek üzere buradayız. Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, yeni ihlallere sebep olan derin bir adaletsizliktir. Oysa bu sorun, demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülebilirdi. Reddin, inkârın ve çözümsüzlükte ısrarın yerine; artık çözümde ısrar edilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Dün yaşanan silah bırakma görüntüleri, Türkiye’nin tüm kesimlerinde olduğu gibi, bizlerde de yeni bir umut ve heyecan doğurmuştur. Onlarca yıldır kayıplarının akıbetini soran anneler için de bu gelişmeler bir umut ışığı olmuştur.

Bugün aramızda, bu tarihi anlara bizzat şahitlik etmiş olan Eş Genel Başkanımız Sayın Hüseyin Küçükbalaban da bulunuyor. Kendisinin bu süreçle alakalı aktarımları, görüşleri olacak. Şimdi sözü kendisine bırakıyoruz.”

Açıklamada söz alan İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban şunları ifade etti: “Değerli basın emekçileri, kıymetli anneler, sevgili sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, hepiniz hoş geldiniz.

Bildiğiniz gibi dün, hep birlikte tarihi bir ana tanıklık ettik. Bu an, yalnızca sembolik değil; aynı zamanda büyük bir toplumsal kırılmanın eşiğiydi. Tam 40 yıldır süren savaşın, çatışmaların ve bu sürecin yarattığı derin toplumsal travmaların, faili meçhul cinayetlerin, zorla kaybedilenlerin, köy boşaltmalarının simgesi olan silahlar, dün yakıldı.

Peki bu, Kürt meselesinin çözüldüğü anlamına mı geliyor? Hayır, henüz çözülmedi. Ancak bu bir iyi niyet adımıydı. Tüm dünyanın, kamuoyunun ve sivil toplum örgütlerinin tanıklığında atılmış önemli bir adımdı.

Sayın Abdullah Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda, Barış ve Demokratik Toplum Grubu adına 30 kişilik bir PKK'li grup, kendi özgür iradeleriyle silahlarını yaktılar. Neden yaktılar? Açıklamalarında çok net ifade ettiler: "Kürt meselesinde artık şiddetin, çatışmanın, savaşın son bulmasını istiyoruz."

Ama ortada hâlâ çözülmeyi bekleyen bir Kürt meselesi var. Bu sorunun artık demokratik yöntemlerle, kalıcı ve adil bir biçimde çözülmesi gerekiyor.

İnsan Hakları Derneği olarak biz, 40 yıldır süren bu çatışmalı sürece ve beraberinde getirdiği acılara tanıklık ettik. Ancak dün yaşanan bu tarihi ana tanıklık etmemiz, sorumluluğumuzu azaltmadı; aksine daha da arttırdı. Çünkü devletin hâlâ bu konuda somut bir adım atmadığına da tanıklık ediyoruz.

PKK’nin silahsızlanma kongresini topladığı ve bu kararı aldığı 1 Ekim 2024 tarihinden bu yana devlet tarafından atılmış herhangi bir adım yoktur.

Peki soruyorum: Dün silah bırakan 30 insanın durumu ne olacak? Geldiklerinde 30 yıl hapis mi yatacaklar?

Devletin bir an önce bu insanlara Türkiye’ye dönebilme, demokratik yaşama katılabilme imkânını tanıyan yasal düzenlemeleri yapması gerekiyor. Bu kapsamda, ilgili komisyonların kurulması, savaşın yarattığı tahribatların giderilmesi ve Kürtlerin dil, kimlik, kültür gibi temel haklarını güvence altına alan adımlar atılması şarttır.

Çünkü annelerimize verdiğimiz bir söz var. Her bir faili meçhul cinayet aydınlatılana kadar, her bir kaybın akıbeti öğrenilene kadar burada olmaya, onlarla birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz.

857’ci haftamızda da bu taleplerimizi bir kez daha yineliyoruz. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.”

Ardından, İHD Diyarbakır Şubesi Kayıp Komisyonu Üyesi Avukat Berfin Elçi, Mesut Dündar’ın hikayesini okudu. “Mesut Dündar, Şırnak’ın Cizre ilçesinde ikamet etmektedir. Çocuk yaşta menenjit hastalığına yakalanır; ancak maddi imkânsızlıklar nedeniyle tedavi olamaz. Bu durum, onun zihinsel engelli olarak yaşamını sürdürmesine neden olur.

Mesut Dündar, Cizre ilçesinde düzenlenen gösterilerde sarı, kırmızı ve yeşil flamalar taşıdığı gerekçesiyle üç kez gözaltına alınır ve her seferinde yoğun işkenceye maruz kalır. 1992 yılının Temmuz ayında, Cizre Emniyeti’ne bağlı polisler, Mesut’un ailesiyle birlikte yaşadığı eve baskın düzenler. Aileye, “Mesut’u Elazığ Akıl Hastanesi’ne götürmek için geldiklerini” söylerler. Polisler, Mesut ve babasını evden alarak götürür. Daha sonra Mesut, Cizre Devlet Hastanesi’ne yatırılır. Ancak burada korkuya kapılan Mesut, hastane camından atlayarak kaçar.

Polis, üç gün boyunca babasını da yanlarına alarak çevredeki köylerde Mesut’u arar. Mesut Dündar bulunamaz. Bu süreçte babası yoğun işkenceye maruz kalır. Polis, oğlunu teslim etmediği takdirde kendisini öldürmekle tehdit eder. Baba, oğlunu getireceğine dair söz verince serbest bırakılır. Ancak Mesut eve dönmez; yalnızca her gün ailesini telefonla aramayı sürdürür. Polis ise her gün eve baskın düzenlemeye devam eder. Bir gün, Mesut’un telefon ettiği hâlde eve baskın yapılmaması üzerine ailesi onun yakalandığını düşünür.

6 Eylül 1992 tarihinde, Mesut Dündar’ın cesedi Sulak Köyü’nde, Şeyh Değirmenci Su Değirmeni’ nin yanında, elleri arkadan bağlı ve boğulmuş şekilde bulunur. Köyde olayı gören çok sayıda tanığın beyanına göre, Mesut’u olay yerine biri polis olmak üzere üç silahlı sivil kişi getirir. Olay yerine gelen askerler, cesedin altında bomba olabileceği gerekçesiyle onu zırhlı personel aracına bağlayarak sürükler.

Özgür Gündem Gazetesi’nin 19 Kasım 1992 tarihli manşetinde yer alan “İnsanlık Sürükleniyor” başlıklı fotoğraf uzun yıllar hafızalarda yer edinir. Mesut Dündar’ın bedeninde, yoğun işkenceye ve kesilerek bağlı çok sayıda yara izi tespit edilir. Daha sonra cesedi ailesine teslim edilir.

Mesut’un infazıyla ilgili olarak savcılık, ailenin ifadesine başvurmaz. Sadece gözaltı işlemini gerçekleştiren polisler, babaya “Düşmanınız var mıydı? Kimden şüpheleniyorsunuz?” gibi sorular yönelterek ifadeler alınmış izlenimi verir.

Aile, 13 Eylül 1994 tarihinde Cizre Cumhuriyet Savcılığı’na yazılı başvuruda bulunur. Savcılık, ancak 12 Nisan 1996 tarihinde ailenin ifadesine başvurur. Bu başvurunun gerekçesi, davanın 3 Mart 1995 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Komisyonu’na taşınmış olmasıdır. Göstermelik bir soruşturma yürütüldüğü açıkça anlaşılır. AİHM, 2005 yılında Mesut Dündar davasında Türkiye’yi “yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle mahkûm eder.

Kaç yıl geçerse geçsin, Mesut Dündar ve tüm kayıplarımız için adalet istemekten asla vazgeçmeyiz.”

Şimdi de Mesut Dündar ve diğer tüm kayıp ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gidenler için 1 dakikalık oturma eylemine geçiyoruz.

İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ