
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları, “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” eyleminin 866. haftasını, Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirdi. Eyleme kayıp yakınları, sivil toplum örgütü temsilcileri, hak savunucuları ve çok sayıda kişi eyleme katıldı. Eylemde, faili meçhul ve gözaltında zorla kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. Her hafta olduğu gibi birçok sivil ve çevik kuvvete bağlı kolluk görevlisi alandaki yerini aldı. Bu hafta, 12 Eylül 1995 tarihinde, Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde, kendilerini polis olarak tanıtan silahlı kişiler tarafından evinden zorla alınarak kaybedilen Mehmet Zafer Demirkıran’ın akıbeti soruldu.
İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Fırat Akdeniz, eylemde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Bilindiği üzere, dün 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yıl dönümüydü. Toplumsal belleğimizi, hafızamızı ve duygu dünyamızı altüst eden bu darbenin travmalarını, ne yazık ki hâlâ yaşıyoruz. Yüz binlerce insan gözaltına alındı, işkence gördü. Yüzlercesi gözaltında katledildi ya da idam edildi. Yaklaşık 2 milyon kişi; sadece kimliği, inancı ya da siyasi görüşü nedeniyle, Alevi olduğu için, Ermeni olduğu için, solcu ya da sosyalist olduğu için, dindar olduğu için işlendi. Ancak daha da vahimi, 12 Eylül darbesi insanlığa karşı suçlar işlemiştir. Bu suçlardan biri de gözaltında zorla kaybetmelerdi.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, gözaltında zorla kaybetme 1980 darbesiyle birlikte sistematik hale getirildi. Darbenin hemen ertesi günü, 13 Eylül 1980’de Cemil Kırbayır gözaltında kaybedildi. Hemen ardından Hüseyin Morsümbül Bingöl’de gözaltında kaybedildi. Nurettin Yedigöl, Hayrettin Eren ve daha birçok kişi, 12 Eylül darbesinin uygulamaları sonucu gözaltında zorla kaybedildi.
2000'li yılların başında, siyasi iktidar 1980 darbesiyle hesaplaşacağı vaadinde bulundu. Bu söylemler topluma umut verdi. Biz kayıp yakınları olarak, geçmişle yüzleşmek ve hesaplaşmak adına o dönemde hem Cumhuriyet savcılarıyla hem de dönemin Başbakanı Erdoğan ile Dolmabahçe Sarayı’nda bir toplantı gerçekleştirdik. O toplantıda Başbakan Erdoğan, annelere şöyle seslenmişti: “Sizin kayıplarınız benim kayıplarımdır. Size söz veriyorum; kayıplarınızı ortaya çıkaracağım.”
O toplantıya katılanlar arasında bugün hayatta olmayan Cemil Kırbayır’ın annesi Berfo Ana ile Hayrettin Eren’in annesi Elmas Ana da vardı. Bu anneler, evlatlarını 1980 darbesinin ardından gözaltında zorla kaybeden annelerdi. Ancak ne yazık ki, bu sözler tutulmadı.
2018 yılında Galatasaray Meydanı Cumartesi Anneleri’ne yasaklandı. 700. haftada, bugün hayatta olmayan birçok anne işkenceyle gözaltına alındı. O gün verilen sözlerin hiçbiri yerine getirilmedi. Mecliste fonda şiirler okunarak, 12 Eylül faşist darbesine karşı sembolik anmalar yapıldı. Anaların gözyaşı, şiirlere konu oldu. Ancak ne yazık ki, gerçek bir yüzleşme yaşanmadı. Verilen sözler tutulmadı.
Bugün hâlâ, 12 Eylül darbesinin ruhunu, onun ürünü olan anayasa ve yasaları yaşıyoruz. Bu düzen, en ağır haliyle varlığını sürdürüyor ve bizler bunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Biz kayıp yakınları ve hak savunucuları olarak, şartlar ne olursa olsun, son kaybımız bulunana ve failler yargılanana kadar bu mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.
Bugün, 12 Eylül 1995 tarihinde evinden polis olduklarını söyleyen kişiler tarafından gözaltına alınan ve bir daha kendisinden haber alınamayan Mehmet Zafer Demirkıran’ın hikâyesini paylaşacağız. Aramızda annesi Behiye Demirkıran bulunuyor. Kendisi 90 yaşını aşmış olmasına rağmen yıllardır evladının akıbetini sormaya devam ediyor.
Behiye Ana’nın tek bir talebi var:
“Evladımın diri ya da ölüsünü istiyorum. Ölmeden önce bir mezarı olsun. Gidip ağıt yakabileceğim, gözyaşı dökebileceğim bir mezarı olsun.” Bizler, yeni Berfo Analar, Elmas Analar yaratılmasın istiyoruz. Buradan bir kez daha siyasi iktidara ve tüm yetkililere sesleniyoruz: Kayıplarımızın akıbetinin ortaya çıkarılması için gereken her şeyin yapılmasını talep ediyoruz. Eğer gerçekten toplumsal barıştan ve adaletten söz edilecekse, önce kayıplarla yüzleşilmeli, kayıplar bulunmalı ve failler yargılanmalıdır. Ancak bu gerçekleştiğinde gerçek bir toplumsal barıştan söz edebiliriz.”
Ardından İHD Diyarbakır Şubesi Kayıp Komisyonu Üyesi Avukat Berfin Elçi, Zafer Demirkıran’ın hikâyesini okudu. “Zafer Demirkıran ailesi ile birlikte Diyarbakır/ Bağlar’da yaşıyordu. Çalışmak için önce İstanbul ardından Mersin’e gider. Mehmet Zafer askerlik celbi gelince çalıştığı Mersin’den 30 Ağustos 1995 tarihinde Diyarbakır’a döner. 31 Ağustos’ta askerlik dairesine giderek işlemlerini başlatır. Ardından askere sevk belgesini alır ve ailesinin yanında birliğe gideceği günü beklemeye başlar.
12 Eylül 1995 tarihinde saat 22:00 civarında Demirkıran Ailesi’nin evi kendilerini polis olarak tanıtan silahlı 6-7 kişi tarafından basılır. Plakasız bir Toros ve yalnızca ön tarafında 21 R 789 plakası bulunan beyaz Şahin araçla gelen bu kişiler, Mehmet Zafer’i “İfadesi alınıp bırakılacak” diyerek Beyaz Toros araca bindirip götürür. Gitmeden önce de Demirkıran Ailesi’nin telefon kablolarını keserek onların haberleşmelerini engeller.
Hemen karakola giden aile “bizde yok” cevabını alınca Diyarbakır'da ki bütün karakol noktalarına giderek oğullarını sorar. Aldıkları cevap hep aynıdır; “bizde yok!” OHAL Valiliği, DGM Savcılığı, Jandarma ve Emniyet’e yaptıkları başvurular da sonuçsuz bırakılır. Aile Mehmet Zafer’in Saraykapı’daki JİTEM merkezine götürüldüğü duyumunu alır. Bunun üzerine anne Behiye Demirkıran, sürekli JİTEM merkezinin bulunduğu Jandarma Merkez Komutanlığı’na giderek oğlunu sorar. Annenin ısrarlı soruları üzerine kapıdaki nöbetçi asker, ona oğlunun tarifine uyan birinin oraya getirildiğini söyler.
Başvuruları sonuçsuz kalan aile İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesine başvurur. Yasal girişimlerde bulunan İHD, Uluslararası Af Örgütü ile de temasa geçer. Gerekli araştırmaları yapan Uluslararası Af Örgütü, 18 Ekim 1995 tarihinde yayınladığı “kayıp” başlıklı raporla gözaltına alındığı kabul edilmeyen Mehmet Zafer Demirkıran’ın can güvenliğinden endişe ettiklerini uluslararası kamuoyuna duyurur.
Ailenin, İnsan Hakları Derneği’nin ve Uluslararası Af Örgütü’nün girişimleri sonuçsuz bırakılır. 29 yıldır Mehmet Zafer’i arayan aile inkar ve cezasızlıkla karşılaşır. Baba Demirkıran, oğlunun akıbetine ve adalete ulaşamadan 2001 yılında vefat eder. 89 yaşındaki anne Behiye Demirkıran ise halaoğluna ve adalete ulaşmak için mücadele etmektedir.”
Şimdi de; Gözaltında zorla kaybettirilen Mehmet Zafer Dermirkıran ve diğer tüm kayıp ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gidenler için 1 dakikalık oturma eylemine geçiyoruz.
İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ