868. HAFTA: ZOZAN VE ORHAN EREN’İN AKIBETİ SORULDU

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları, “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” eyleminin 866. haftasını, Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirdi. Eyleme kayıp yakınları, sivil toplum örgütü temsilcileri, hak savunucuları ve çok sayıda kişi eyleme katıldı. Eylemde, faili meçhul ve gözaltında zorla kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. Her hafta olduğu gibi birçok sivil ve çevik kuvvete bağlı kolluk görevlisi alandaki yerini aldı. Bu hafta, 25 Eylül 1997 tarihinde Diyarbakır'dan Kulp'a giderken gözaltında kaybedilen Zozan ve Orhan Eren'in akıbeti soruldu. 

İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Fırat Akdeniz, eylemde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Yarın, 28 Eylül, Ceylan Önkol'un katledilmesinin yıl dönümü. Biliyorsunuz, 2009 yılında, 8 Eylül tarihinde, Lice'nin Şenlik köyünde hayvan otlatırken karakoldan atılan havan mermisi sonucu yaşamını yitiren Ceylan Önkol'u bir kez daha burada anıyoruz. Elbette bizler, kayıp yakınları olarak, devletin “çocuk karnesinin” ve “çocuk sicilinin” ne durumda olduğunu çok iyi biliyoruz.

1993 yılında, annesiyle birlikte henüz 3 yaşındayken gözaltında kaybedilen Dilek Serin’i unutmadık. Yine, 12 yaşındayken gözaltına alındıktan 20 yıl sonra kemikleri asit kuyusunda bulunan Davut Altunkaynak’ı unutmadık. Henüz 12 yaşındayken, Kulp ilçesinde gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Ümit Taş’ı da unutmadık. Aynı şekilde, yine Kulp’ta akşam misafirliğe giderken gece askerler tarafından gözaltına alınıp bir daha haber alınamayan Mehmet Çiğli'nin bayramını da unutmadık. Mardin’de, 13 yaşındayken gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Seyhan Doğan’ı unutmadık. Ve onlarca gözaltında kaybedilen çocuğu unutmadık. Unutmayacağız.

Maalesef Kürdistan coğrafyasında, özellikle çatışmalı süreçte, çocukların güvenliği; devletin sorumluluğu ve cezasızlık politikası Ceylan Önkol dosyasında olduğu gibi en bariz ve en sembol örneklerden biri olarak karşımıza çıkmıştır. Ve maalesef, o da diğerleri gibi faili meçhul olarak kalmış ve cezasızlıkla sonuçlanmıştır.

Bir kez daha buradan haykırıyoruz: Ne olursa olsun, koşullar ne olursa olsun; bizler, kayıp yakınları olarak, insan hakları savunucuları olarak kayıplarımızı aramaktan, faillerden ve katillerden hesap sormaktan asla vazgeçmeyeceğiz.”

Ardından Cumhuriyet Halk Partisi Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu söz aldı. “Değerli dostlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Zozan ve Orhan benim yakınlarımdı. O zamanlar Diyarbakır’da avukattım ben. Ama maalesef, bildiğimiz katillere ulaşamadık. Cezasızlık politikası o dönemde, tıpkı şimdi olduğu gibi, çok egemendi. Onların ve buradaki bütün kayıpların anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Şunu ifade etmeliyim: Çok anlamlı ve değerli bir süreçten geçiyoruz. Sizler geldiniz, komisyonda, mecliste dinlendiniz. Fakat dinlemek yetmez sadece. Yani bizim sizi dinlememiz, beyanlarınızın kayıtlara geçmesi yetmez. Eğer gerçek anlamda bir toplumsal barış inşa edeceksek; negatif barıştan, yani silahların susmasından, çatışmanın ve şiddetin olmamasından, pozitif barışa geçeceksek; Mutlaka ama mutlaka faili meçhullerle ilgili olarak yasal düzenlemeler yapılması gerekir. Zaman aşımı süreleri kaldırılmalıdır. Devletin bütün arşivleri mutlaka barolara, hak savunucularına ve insan hakları derneklerine açılmalıdır. Olası failler yargı önüne çıkarılmalıdır. Eğer bunu bu süreçte yapamazsak, gerçek anlamda toplumsal barışımızı inşa edemeyiz. Hepinize tekrar saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.”

İHD Diyarbakır Şubesi Kayıp Komisyonu Üyesi Avukat Berfin Elçi, Zozan ve Orhan Eren’in hikâyesini okudu. “Kulp sağlık ocağında hemşire olarak çalışan Zozan Eren, eşi ve iki kız çocuğu ile birlikte Kulp’ta yaşar. Eşi Orhan Eren ile kaybedilmeden önce dönemin Kulp Kaymakamı Zozan Eren’e kendi isteğiyle tayinini başka yere aldırmasını söyler. Kaymakamla görüştükten sonra Zozan Eren’i kaymakamlıkta görevli iki polis, “Sen PKK’lilere ilaç gönderiyorsun, onun için buradan gitmek zorundasın” diyerek tehdit eder. Kısa bir süre sonra ise Zozan Eren, “örgüte yardım” ettiği iddiasıyla Diyarbakır Doğum Hastanesi’ne sürgün edilir.

Diyarbakır’a tayini çıkan Zozan Eren’in çocukları Kulp’ta annesi Pembe Toprak’ın yanında kalır. 24 Eylül 1997 tarihinde Zozan Eren annesini arayarak “Yarın, eşi Orhan ile birlikte Kulp’a gelerek çocuklarını alıp Diyarbakır’a döneceklerini” söyler.

Ertesi gün yani Cuma günü akşama doğru kızı ve damadı çocuklarını almaya gelmeyince anne Pembe Toprak endişelenmeye başlar. Aynı gece saat 24.00 civarında damadı Orhan’ın çalıştığı Lice’deki Cezaevi savcısı telefonla arayarak Orhan ve eşinden bir haber alıp almadığını anne Toprak’a sorar. Anne Toprak; “Kızı ve damadından bir haber alamadığını” söyleyerek endişelerini telefonda savcı ile paylaşır. Bu telefondan yaklaşık iki saat sonra Orhan’ın iş arkadaşı bu kez arar; “Orhan’ın arabasının Lice’ye bağlı Angül Karakolu’nun 50 metre yakınlarında terkedilmiş bir vaziyette bulunduğunu, zozan ve Orhan’dan haber alınmadığını söyler” .

Ertesi gün yani Cumartesi günü anne Toprak, Kulp Jandarma Karakolu’na başvuru için gider. Karakoldakiler; tatil olduğunu ileri sürerek başvurusunu kabul etmeyip Pazartesi günü gelmesini söyler. Pazartesi günü anne Pembe Toprak, Kulp Savcılığına başvurarak durumu izah etmeye çalışır. Savcı Angül karakolunu arayarak bilgi alır. Karakoldakiler “Kaçırma olayının gerçekleştiğini, Orhan ve Zozan Eren’in PKK militanları tarafından kaçırıldığını ” bildirir.

Savcı bu bilgiyi anne Pembe Toprak’a iletir ve Angül Karakolu’na gitmesini, akabinde Diyarbakır Valiliğine başvurması tavsiyesinde bulunur. Daha sonra anne Pembe Toprak dilekçe ile önce Angül Karakolu’na başvuruda bulunur fakat Karakol Komutanı kendisine “Çiftin PKK militanları tarafından kaçırdığını” söyler. Buradan bir netice alamayan anne Toprak, Diyarbakır Valiliğine başvuruda bulunur. Vali, annenin huzurunda Lice ve Kulp Jandarma Karakollarını arar ve çocuklarının PKK militanları tarafından kaçırıldığını kendisine söyler.

Çiftin arabasının Angül Karakolu’nun yakınında bulunmasına rağmen militanların Zozan ve Orhan Eren’i kaçırdığı bilgisi inandırıcı gelmemekle birlikte, somut bir delille de, ortaya konulmaz. Yine de tüm idari ve hukuki mercilerce ısrarla aileye bu bilgi verilir. İç hukuk yollarında bir netice alamayan aile davayı AİHM’e taşır. 21 Şubat 2005 yılında AİHM “Yaşam hakkı ihlalinden” Türkiye’yi mahkûm eder.

Devlet şiddeti sonucu katledilen ve gözaltında zorla kaybedilen kişilerin akıbetini sormaktan, faillerinin yargılanıp cezalandırılması için mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz.”

Şimdi de gözaltında zorla kaybettirilen Zozan Eren, Orhan Eren ve diğer tüm Kayıp ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban için 1 dakikalık oturma eylemine geçiyoruz.

İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ