
17 Temmuz 1986’da, aralarında mahpus aileleri, aydınlar, gazeteciler, akademisyenler, hukukçular ve emekçilerin olduğu 98 insan hakları savunucusunun çağrısıyla kurulan derneğimiz, o günden bu yana insan hakları mücadelesinin onurlu yürüyüşünü sürdürüyor.
23 üyemizi faili meçhul cinayetlerde yitirdik, yüzlercemiz saldırıya uğradı; ama sesimizi kısmayı başaramadılar.
Bugün hem bu direnişin tarihini hem de kaybettiklerimizi saygıyla anıyor, derneğimizin açıklamasını kamuoyuyla paylaşıyoruz:
İnsan Hakları Derneği, 17 Temmuz 1986 tarihinde aralarında mahpus aileleri, aydınlar, yazarlar, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar, hekimler, mimar ve mühendisler, öğretmenlerin olduğu 98 insan hakları savunucusunun imzasıyla “İnsan hak ve özgürlükleri konusunda çalışmalar yapmak” amacıyla kuruldu. Kuruluşundan bu yana 23 İHD üye ve yöneticisi faili meçhul cinayetler sonucu yaşamını yitirirken, yüzlercesi fiili saldırılar sonucu yaralandı. 1998 ve 2002 yıllarında, dönemin İHD Genel Başkanları, derneğin genel merkezinde, silahlı ve fiziksel saldırılara maruz kaldı. Kurucularımızdan yaşamını yitirenleri sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz.
Kurulduğu günden bugüne İHD’nin yüzlerce üye ve yöneticisi de idari ve yargısal tacizlere maruz kaldı ve kalmaya devam etmekte. Tüm bu baskılar İHD’yi insan hak ve özgürlüklerini savunma kararlılığından alıkoymadı. Bugün vesilesi ile geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden derneğimizin kurucusu ve gelen başkanlığını yapmış olan Hüsnü Öndül şahsında yitirdiğimiz tüm arkadaşlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz. Halen hapishanelerde tutulan, sürgünde bulunan İHD üye ve yöneticilerine de selam ve sevgilerimizi iletiyoruz.
İnsan Hakları Derneği, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin demokrasi ve insan hakları sorunu olduğunu ifade etmekte ve bu sorunun giderilmesine katkı sunmak için mücadelesini ısrarla, inatla ve umutla sürdürmektedir. İHD’nin bu mücadelesi Coğrafyamızda insan hakları bilinci ve kültürünün oluşmasına önemli katkılar sunmuş ve sunmaya devam etmektedir. Bu nedenle diyoruz ki, iyi ki İHD var. HAKSIZ MIYIZ?
Ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin insan hakları karnesi halen ihlallerle dolu. Bu husustaki önerilerimizi ana başlıkları ile her yıl güncelleyerek tekrarlamaktayız. Bu nedenle, insan hakları, demokrasi ve barış mücadelesini kesintisiz olarak yürüttüğümüz 39.yılda da önemli bazı tavsiyelerde ve taleplerde bulunmak istiyoruz.
Coğrafyamızın en önemli demokrasi ve insan hakları sorunlarının başında Kürt meselesinin çözümü gelmektedir. Kürt meselesinin çözümü konusunda devlet ve siyasal iktidar halen güvenlikçi politikalarda, ret ve inkâr siyasetinde ısrar etmektedir. Bu politikalarda ısrar bir yandan demokrasi ve insan hakları ortamının kötüleşmesine ve toplumsal barışın yara almasına neden olurken; öte yandan da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ekonomisinde derin tahribatlara yol açmaktadır. Seçilmiş Kürt belediye eş başkanlarının görevden alınması ve yerlerine kayyım atanması politikası devam ettirilmektedir. 2024 yılı 31 Mart’ta yapılan yerel seçimler sonrası 10’ u Dem Partili, 3’ü CHP li olmak üzere 13 belediyeye kayyım atanmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve onlarca CHP’li belediye başkanı siyasi operasyonlarla gözaltına alınmış, tutuklanmış ve görevden alınmışlardır. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eski Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ve önceki genel sekreterlerimizden Nazmi Gür’ün de aralarında bulunduğu 108 kişinin yargılandığı Kobani Davasında verilen ve toplamı 400 yılı geçen hapis cezalarıyla Coğrafyamızda yargının bir kez daha, muhaliflere karşı susturma ve cezalandırma aracı olarak kullandığını göstermektedir. Son aylarda aynı anlayışla CHP’li belediye başkanları ve siyasetçileri siyasallaşmış yargının hedefi olmaktadır. Türkiye’nin, Kürt meselesini kabulü ile yeni bir barış sürecine ihtiyacı bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin demokratikleşebilmesi için demokrasi ve insan hakları sorunlarını gerçek bir çatışma çözüm süreci ile çözmesi ve geçmişi ile yüzleşmesi gerekmektedir. Başta Kürt Halkının Barış talebi ve Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı talepleri olmak üzere ötekileştirilen tüm toplum kesimlerinin insan haklarına dayalı taleplerini kabul edecek siyasi iradeye ihtiyaç vardır. 1 Ekim 2024 tarihinde başlayan Kürt Meselesinin barışçıl yollarla çözümü konusunda önemli gelişmelere tanıklık etmekteyiz. 4 yılı aşkın bir süre ağır tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan ile 23 Ekim’de ilk kez aile görüşmesi gerçekleştirilmiş ve 27 Şubat 2025 tarihinde Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” kamuoyuna duyurulmuştur. PKK bu çağrı sonrası 1 Mart tarihinden itibaren ateşkes ilan etmiş ve 12 Mayıs 2025 tarihinde de Silahsızlanma Kongresini gerçekleştirdiklerini ve silahsızlanma kararı aldıklarını kamuoyuna duyurmuştur. 9 Temmuz 2025 günü de İmralı Hapishanesinde bulunan Abdullah Öcalan video konferans yoluyla bir grup PKK militanının sembolik olarak silahlarını bırakma çağrısında bulunmuş ve 11 Temmuz 2025 günü de Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında Süleymaniye kenti kırsalında yerli ve yabancı yüzlerce sivil toplum örgütü temsilcisi, gazeteci, yazar, aydın, siyasetçi ve barış annelerinin katılımıyla düzenlenen törenle 30 PKK militanı Silahlarını yakarak imha etmiş ve barışa hazır olduklarını beyan etmişlerdir. Silah bırakan militanların sivil siyasete ve demokratik yaşama katılmaları için siyasal ve hukuksal adımların ivedilikle atılması gerektiğini bir kez daha devlete hatırlatıyoruz. Silahlarını imha eden grubun kimlik bilgileri ve yakılan silahların envanteri (İnsan Hakları Derneği- İHD), (Özgürlükçü Hukukçular Derneği-ÖHD) ve (Türkiye İnsan Hakları Vakfı-TİHV) temsilcilerine teslim edilmiştir. Sivil Toplum Örgütlerinin barış süreçlerine aktif katılımı konusunda bu envanter teslimini oldukça önemsediğimizi ve süreç içerisinde daha fazla sivil toplum örgütünün yasal dayanaklarla sürece üçüncü göz olarak dahil olmaları gerektiğini belirtiyoruz.
Tüm bu gelişmelere karşın Devlet henüz Barış ve Süreç konusunda söylem düzeyini aşan somut bir adım atmamıştır. Derneğimizin 2025 yılı raporlarına göre 335’i ağır olmak üzere; 1412 Hasta Mahpus halen hapishanelerde tutulmaktadır. 30 yıl hapis yatmış ve infazı tamamlanmış siyasi mahpuslar halen hukuki hiçbir yetkisi olmayan İdare ve Gözlem Kurulu kararlarıyla hapishanede tutulmaya devam edilmektedir. AİHM’in kararlarına rağmen “Umut Hakkı” konusunda hiçbir adım atılmamıştır. Şüphesiz Kürt Meselesi bu başlıklardan ibaret değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gerçek bir çatışma çözümü ile yeni ve demokratik bir Anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır. Çatışma çözümü ve geçmişle yüzleşme sürecini yürütecek, STK ların ve halkın her düzeyde katılımını esas alacak BM Silahsızlanma prosedürlerine uygun olarak “Hakikat, Yüzleşme, Adalet ve Tazmin Komisyonları” ivedilikle kurulmalıdır. Bununla birlikte ortaya konulacak yeni toplumsal sözleşme; Türkiye’nin temel sorunlarından olan Kürt Meselesi, Alevilerin talepleri, toplumsal cinsiyet eşitliği, yerinden yönetime dayalı yönetim modeli, anadilinde eğitim-öğretim ve anayasal vatandaşlık gibi somut önermeleri içerecek şekilde hazırlanmalıdır.
Demokrasiye giden yolun açılabilmesi için ifade özgürlüğünün mutlaka sağlanması gerekmektedir. İfade özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biri olan Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması, yayın kuruluşları üzerindeki RTÜK baskı ve sansürünün sona erdirilmesi, muhalif basın-yayın kuruluşları üzerindeki yargı baskısının ortadan kaldırılması, sosyal medyayı sürekli susturma girişimlerinden vazgeçilmesi elzemdir. Düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğü sağlanmadan demokrasiye giden yolun açılması olası gözükmemektedir.
Son dönemde örgütlenme, toplantı ve gösteri haklarına ilişkin yasaklamalar ve bu haklarını kullanmak isteyenlere yönelik ihlallerde maalesef artış devam etmektedir. Bu ihlaller kamu emekçilerinin ekonomik ve mesleki hakları ile ilgili gerçekleştirdikleri eylem ve etkinliklerinde, işini geri isteyen kamu emekçilerinin eylemlerinde, işinden edilen işçilerin hak arama eylemlerinde, Toprağını, suyunu maden şirketlerine karşı korumaya çalışan çevre eylemliliklerinde, kadınların eylemlerinde, muhalif siyasi partilerin düzenlediği eylem ve etkinliklerde, Cumartesi Annelerinin eylemliliklerinde, tutuklanan gazetecilerle dayanışma eylemlerinde daha belirgin olarak görülmüştür. LGBTİ+ların varoluşlarına yönelik söylemler, örgütlenme ve gösteri hakkına yönelik baskı politikaları ve uygulamaları da iktidar zihniyetinin yansıması olarak devam etmektedir. LGBTİ+ yaşamlar devlet eliyle
tehlikeye atılmakta, transların hormon ilaçları verilmemekte ve bu eksiklikler hassas yaşamları intihara sürüklemektedir. Onur yürüyüşlerini yasaklayıp büyük aile buluşması adı altında nefret mitingleri örgütleyenler sokakta LGBTİ+lara açık açık uygulanan işkencelere zemin hazırlamıştır. Bu sebeple bir kez daha hatırlatıyoruz LGBTİ+ cinayetleri ve intiharları politiktir.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin önemi kendisini bağımsız ve tarafsız yargıda gösterir. Hukukun üstünlüğü ilkesine uygun bir yargı yapılanması olmadan adaletin yerini bulması mümkün değildir. İHD hukukun üstünlüğü, yargının tarafsız ve bağımsız olmasını insan hakları mücadelesinin önemli bir parçası olarak görmektedir. Üzülerek belirtiriz ki coğrafyamızda yargı siyasal iktidarının tekelindedir. Yargı organlarının giderek uluslararası sözleşme ve protokollerde düzenlenen standartlardan uzaklaştığı, anayasa 90. Maddeye aykırı kararlar ürettiği, AİHM ve AYM karar ve içtihatlarına aykırı kararlar aldığı (örneğin; Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Can Atalay kararları) oldukça vahim bir durum yaşanmaktadır. Öyle ki, coğrafyamızın her yerinde insanlar Adalet Nöbetleri ile ADALET aramaktadırlar. İHD’nin KONDA araştırma şirketine yaptırmış olduğu ve yakın zamanda kamuoyuna açıklanan “Barış Algısı” kamuoyu araştırması sonuçlarına göre toplumun iktidarın mevcut hukuk ve adalet sisteminden umudunu kestiği ve adaletin yerini bulacağına olan inancının giderek yok olduğu ortaya çıkmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde insan hakları bilinci ve kültürünün gelişmesine oldukça önemli katkıları olan İHD’nin ve insan hakları savunucularının insan haklarını savunma hakkı kabul edilmelidir. İnsan hakları savunucuları üzerindeki yargı yolu ile baskı politikasına son verilmelidir. İçişleri bakanlığının dernekler üzerindeki faaliyet denetimine son verilmeli, dernekler kanunu değişikliği ile kişilerin fişlenmesi yönündeki askeri darbe dönemi uygulamalarından vazgeçilmeli, terörün finansmanını önlenmesi adı altında dernek ve vakıfların faaliyetlerinin kısıtlanıp tam denetim altına alınması ve kolayca kayyım atanması uygulamalarına son verilmelidir. Türkiye Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’ni kabul etmeli ve insan hakları savunucularını koruma konusunda etkin politikalar hayata geçirmelidir.
İnsan hakları savunucularının İHD çatısı altındaki 39 yıllık mücadelesi insan onuruna dayanan özgürlük, eşitlik, adalet ve barış talebi ile artarak devam edecek ve Türkiye’nin insan haklarına dayalı demokratik bir rejime kavuşması mücadelesi ısrarla sürdürülecektir.
İHD’nin kuruluşunun 39. Yılında ısrarla insan hak ve özgürlüklerini ve Barış Hakkını savunmaya devam ediyoruz; iyi ki İHD var diyoruz.
İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI SUSMADI, SUSMAYACAK
HAKSIZ MIYIZ !
MA EM NEHEQ IN!
İnsan Hakları Derneği