Sayın konuklar,
Sayın sivil toplum örgütleri temsilcileri,
Değerli basın emekçileri,
Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyor, çağırıcı kurumlar adına hoş geldiniz diyorum.
Önemli bir konu için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Hepimizin, daha genel bir anlamla kendimizi mutlu, özgür ve güvende hissedeceğimiz bir Türkiye’yi yeniden inşa etmeye hizmet edecek bir konuyu konuşacağız. Bu konu ile ilgili düşüncelerimizi, taleplerimizi özgür bir şekilde paylaşacağız. Siyasetçilerimiz, akademisyenlerimiz de görüş ve düşüncelerini bizlerle paylaşacaktır.
Bölgede bulunan sivil toplum örgütlerinin emek ve katkı sunduğu bu konferansımızın belirlediğimiz amaca hizmet edeceğine de inanıyorum.
Tartışacağımız konu “Yeni sivil bir anayasa” olacaktır. Neden yeni sivil bir anayasaya ihtiyacımızın olduğunu, böylesi bir anayasayı yaparken nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiğini, bu anayasada temel yaklaşımların neler olması gerektiğine cevaplar arayacağız.
Çünkü mevcut anayasa; anti-demokratik, militarist devlet zihniyetinin hazırlayıp kurumsallaştırdığı, günümüzün toplumsal ihtiyaçlarına, sorunlarına çözüm getirmeyen, başka bir ifadeyle topluma giydirilmeye çalışılan “dar bir gömlek” haline gelmiştir. Bu nedenle 1982 Anayasası’ndan tümüyle kurtulmak zorundayız. Çünkü mevcut Anayasa, özünde ayrımcı, toplumsal eşitsizlikleri devlet güvencesine almış bir darbe anayasasıdır. Bireylerin ve grupların temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almak yerine, bireyin devlet karşısındaki ödev ve yükümlülüklerini esas alan bir anayasadır. Meşruluğunu toplumun ezilen kesimlerini oluşturan insanların talep ve beklentilerinden almayan, buna karşılık devlet bürokrasisinin dikte etmesiyle oluşturulmuş bir anayasadır.
Her türlü eşitsizlik, düşünce ve dini inançlar üzerindeki baskıları sona erdirecek, herkesin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarıyla var olduğu bir anayasaya kavuşmadan toplumdaki siyasal gerilim ve çatışmaların ortadan kalkması mümkün değildir. Etnik, dilsel, dinsel, kültürel ve cinsel hakların evrensel formatını esas alan bir düzenlenme yaşamsal bir ihtiyaç haline gelmiştir. Ancak, insan haklarına, insan onuruna ve diğer tüm canlı türlerine verilen önemin omurgasını oluşturan katılımcı, özgürlükçü, çoğulcu, eşitlikçi, sivil ve demokratik bir anayasa; toplumsal istikrarın harcını oluşturabilir.
Fakat her şeye rağmen en özgürlükçü ve liberal anayasalar bile yaptırım güçlerini devletten aldıkları için devlet iktidarının asimetrik gücünü sınırlama kudretine sahip değildirler.
Bu nedenle; devletin merkezi gücüne karşı, gönüllü birlikteliklerden oluşan eşit ve özgür öz-yönetim kurumlarının inşa edilmesi bir çözüm alternatifi olabilir. Doğrudan demokrasi uygulamalarının esas alındığı, bütün ilke ve hukuku orada yaşayan insanların belirlediği doğrudan demokrasi pratiği, devletin sınır tanımayan iktidarını sınırlayabilir. Hatta zamanla insanlardaki “devlet ihtiyacı”nı ortadan kaldırabilir. Çünkü sınırları çizilmiş bir hukuksal prosedürün nasıl uygulanacağına, hangi şartlar altında hukuk dışına çıkılacağına, hangi durumlarda hukukun rafa kaldırılıp “istisna hali”ne dönüşeceğine, yani hukuk dışı uygulamalara devlet elitleri karar vermektedir.
Bu da bireyle devlet arasındaki asimetrik iktidar ilişkisinin ne tür bir “evrensel” güvenceye bağlı olduğunu, bireysel özgürlüğün ve can güvenliğinin devlet erkinin siyasal ve ekonomik krizlerine endeksli ve her an tek taraflı olarak bozulabilecek bir sözleşme olduğuna işaret etmektedir.
Bizler, tek tarafın belirleyeceği toplumsal bir sözleşmeden yana değiliz ve olmayacağız. Tüm toplumsal dinamiklerin ve yurttaşların “ben de kazandım” diyebileceği, hiç kimsenin ötekileştirilmediği “sivil yeni bir anayasa” talebinde ısrarcı olduğumuzu ve bu temelde mücadelemizi sürdüreceğimiz belirtir, hepinize saygılarımı sunarım.