Türkiye’deki nüfusun önemli bir kesimini oluşturan Kürtler, özellikle de 80’li yıllar ile birlikte siyasal taleplerde bulunmaya başlaması ve bu taleplerin devlet nezdinde kabul görmemesi, beraberinde çatışmalı süreci getirmiştir. Kürt sorununun çatışmalı bir aşamaya geçmesi ve siyasal kanallar ile sorunun çözüme evrilmemesi, insan hakları ihlallerini ciddi anlamda arttırmıştır.
Devletin uygulamaya koyduğu hukuk dışı uygulamalar, bölgemizde yaşam hakkının gasp edilmesinden tutalım, zorla göçertilmeye kadar birçok önemli alanda ihlallerde sınırların aşıldığı ve hatta son noktalara vardırıldığını söyleyebiliriz. Özellikle de Kürtlerin yaşadığı bölgelerde devlet uyguladığı politikalar sonucunda, kendisine muhalif, kendi din ve ırkından olmayan yurttaşları, legal kurumları veya yasal dayanağı olmayan oluşumları aracılığıyla yok etmeye çalışmıştır. Bu politikanın sonucunda muhalif kesimden yurttaşların binlercesi kaybedilmiş, onbinlere varan yurttaş yaşamını yitirmiş, milyonlarcası yerinden zorla göçertmiştir.
Günümüzde halen yanıtını bekleyen ve kanayan önemli bir toplumsal yara kayıplardır. Zorla kaybedilmeler, özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgelerde 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte ortaya çıkmıştır. Binlerce yurttaş, evlere baskın yapılarak, ailelerinin gözleri önünde babalarını, oğullarını ya da kızları zorla alıkonulmuştur. Gerekçe ise hep aynı olmuştur: “İfadesini alacağız, ondan sonra evine dönecek.” Ancak alıkonulanların önemli bir kısmı ya yargısız infazlara maruz kalmış, ya da bir daha kendilerinden haber alınamamıştır. Yakınlarını arayan ailelere verilen cevaplar, devletin yurttaşlarına olan saygısızlığı ortaya çıkarır ölçüde rencide edici düzeyde olmuş ve sonuç alınamamıştır.
Zorla kaybedilmeler halen toplumsal yüzleşmenin önünü kapatan bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Ulusal düzeyde istenen tüm taleplere rağmen, devlet eliyle henüz ciddi bir adım atılmamıştır. İnsan hakları savucularının girişimleriyle ortaya çıkmaya başlayan toplu mezarlar, kayıp yakınları için sadece cenazelerini bulma gerekçesi bile olsa, bir umut ışığı haline gelmiştir.
Dünyada meydana gelen yaşam hakkı ihlallerine ilişkin uluslararası alanda tüm ülkelerin taraf olduğu kurumlar veya insan hakları örgütleri aracılığıyla belgeler hazırlanmaya başlanmıştır. Dünyada çatışmaların ve darbelerin yoğun olarak yaşandığı bölgelerde yaygın görülen yaşam hakkı ihlaline ve zorla kaybedilmelere ilişkin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nun 18 Aralık 1992 tarihinde Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri yayınlamıştır. Zorla kaybetmelere ilişkin 6 Şubat 2007 tarihinde BM tarafından hazırlanan Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme yürürlüğe girmiştir. Sözleşmeyi 2011 yılı itibarıyla aralarında Irak, Arjantin, Şili gibi ülkelerin de bulunduğu 100 ülke imzalamıştır. Türkiye ise yakın tarihinde binlerce zorla kaybedilme vakası olmasına ve ulusal ve uluslararası örgütlerinin çağrılarına rağmen, sözleşmeyi henüz imzalamamıştır.
Günümüze gelindiğinde insan hakları savunucuları ve kaybedilenlerin yakınlarının yıllar boyu süren olağanüstü mücadele ve çabasına rağmen hükümetler bu konuya duyarsız kalmışlardır. AKP hükümeti de her ne kadar farklı söylemle ortaya çıkmışsa da, kayıpların bulunması ve faillerinin yargılanması noktasında en ufak bir çaba içerisine girmemiştir. Devlet eliyle bütünsel bir çalışma yürütülmediği müddetçe, kayıpların bulunması ve bir sonuca ulaşılması mümkün değildir. Kayıpların ortaya çıkarılması için her kesimin ortak savunduğu şekliyle kayıplara ilişkin bir DNA bankasının oluşturulması, kayıpların araştırılması ve tespit edilen toplu mezarların açılması uluslararası kural ve düzenlemelere göre yapılmalıdır. Toplumsal bir yüzleşmenin önünün açılması için uluslar arası sözleşmelerin imzalanması ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu tarzında bir yapının oluşması acil bir konu olarak önümüzde durmaktadır.
Sonuç olarak devletin temel görevi, yurttaşların kendisine güvenini yitirmemesi için sorunların çözülmesine yönelik tüm kurum ve imkanlarını harekete geçirmesidir. Bölgemizde yaşanan kayıpların bulunması amacıyla devleti ve hükümeti acilen harekete geçmeye, tüm kamuoyunu da bu konuda daha duyarlı olmaya çağırıyoruz.