Çocukların hakları başka bahara mı?

20.11.2008

 

 
BASIN AÇIKLAMASI
                             (Çocukların hakları başka bahara mı?)
 
                                                                                                                    
Değeli basın mensupları;
                                                                                                                    
20 Ekim 1959’da Birleşmiş milletler Genel kurulunda “Çocuk Hakları Bildirgesi” kabul edilmiş ve yayınlanmıştır. Türkiye’de Çocuk hakları sözleşmesi 1990 yıllında kabul edilmiştir.Çocuk hakları sözleşmesi 37 maddeden ibarettir. Ancak Türkiye 17.29.ve30. maddelere çekince koymuştur.
 
Türkiye’nin çekince koyduğu 3 madde de dikkat çeken temel unsurlar çocuğun etnik kimliğinden dolayı sahip olduğu temel haklardır. Bundan anlaşıldığı gibi Türkiye’de çocuklar etnik kimlikleriyle kendilerini ifade etme hakkına sahip değildirler. Tek millet, Tek devlet, Tek bayrak anlayışı çocuk haklarının ifade edilmesinde de kendini olumsuz bir şekilde göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti sadece çekince koyduğu maddelerde hak ihlali gerçekleştirmemektedir. Sözleşme gereği kabul ettiği maddeleri de ihlal etmekten geri kalmamaktadır. Özellikle son dönemlerde çocuklara yönelik yaygınlaşan işkence ve kötü muamele bunun en güzel göstergesidir. Özellikle bölgede gelişen olaylardan sonra gözaltına alınan çocuklar işkence ve kötü muameleye maruz kalmış ve birçoğu tutuklanmıştır. Tutuklanan çocuklar için 23 yıla kadar hapis cezaları istenmekte ve çocukların bu süreçte yaşayacakları travmalar görmezlikten gelinmektedir. Tam tersine devlet yetkilileri bu çocuklarla ilgili yaptıkları açıklamalarla onları terörize etmekte, maruz kaldıkları uygulamaları meşru görmektedirler. Çocukları sokağa çıkaran sorununbigmıntın” olduğunu ve çocuklara bigmıntın öğreterek bu sorunun ortadan kalkacağını söyleyerek esas sorun olan “Kürt sorununu” görmezden gelmektedirler.
Ülkemizde dezavantajlı konumundaki çocukların sayısında sürekli bir artışın yaşandığını da ifade etmek gerekiyor. Çocuklarına gerekli olan kamusal ilgiyi göstermeyen Türkiye, yanlış politikalar sonucu önce köprü altı çocukları sonra kibritçi kızları ile yakın zamanda zorunlu göçten etkilenen ailelerin sokakta çalıştırdığı, suça ittiği, bali tiner kullanan, gasp ve kapkaça karışan çocuklar ile anılmaktadır.
Bu çocuklar nereden çıktı diyorlar. Köylerinden zorla göç ettirilerek büyük şehirlere gönderilen ailelerin çocuklarının nerede olması bekleniyordu ki. Büyük şehirlerde hayatta kalmak, tutunmak, açlığını gidermek, başını sokacağı naylondan yapılmış bir baraka bulmak dışında hiçbir gayesi olmayan ‘tutunamayanların’ çocukları sokaklara bir bir sızarak kamusal hayatımıza girdiler.  Sokağa evine katkı sunmak amacıyla çıkan çocuklar, sokakların özgür ortamında kötülüğün para ettiğini gördüler. Sigara ile tanıştılar. Birçoğunun babası evi terk ettiğinden veya ailesi çeşitli nedenlerden dolayı parçalandığından, yeterli ilgi görmediğinden, kardeş sayısı fazla olduğundan evinde ayrıldı. Sokaklarda bali, tiner, hap, esrar gibi maddeler kullanmaya başladılar, suçla tanıştılar. Suç şebekelerinin eline düştüler. Karşımıza şu anda suç işlemeye meyilli yetişkinler ile suç ortamı olan sokağın içinde büyüyen çocuklar çıktı. Hepimizin korkunç olarak değerlendirdiği birçok yetişkinin işlediği suçlardan dolayı tüylerimiz diken diken oluyor. Bu yetişkinlerin çoğu sokakların acımasız dünyası içinde büyüyen çocuklardan başkası değildi.
Çocukların sokağa düşme nedenleri gittikçe çeşitlenmeye başlamıştır. Gerek yoksulluğun giderek artması, gerek eğitim sistemimizin yetersizliği, gerek medyanın olumsuz tavrı, gerekse neo liberal iktisat politikaların hayata geçirilmesiyle, özelleştirilmek istenen sosyal hizmet çalışmaları, çocuğu sokağa iten faktörleri tetiklemektedir. Sokağa çıkan çocukların bilişsel gelişimi risk altında olduğu unutulmamalıdır. Aile desteği sıfırlanmış çocuklar sokaklarda çeşitli suçlara bulaşacak, madde kullanacak, organize işlere karışacak çocuklardandır diyebiliriz. Türkiye’de 1 milyon kişi açlık sınırında, 18 milyon kişi ise yoksulluk sınırın altında iken bu ailelerin çocuklarının nerede olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Çocuklara koruyucu ortamların yaratılması gerekiyor. Okullar koruyucu mekân olma özelliğini bir türlü kazanamadı. Türkiye bu gün itibariyle, sadece kendi çocuğunu seven bir toplumdur, çocukları seven özellikle dezavantajlı konumda olan çocukları seven ve koruyan bir toplum değildir.
Türkiye, B.M. Çocuk hakları Sözleşmesinin 17,29 ve 30 maddelerine Türkiye’nin koyduğu çekincenin kaldırılması amacıyla B. M.in yaptığı uyarıları dikkate almamıştır. B. M.nin çekinceleri kaldırın dediği 17,29, 30 maddelerindeki çekinceler hala yerinde durmaktadır. Yeni hazırlanan ve sonra da rafa kaldırılan Anayasa taslağında çocuklara dair düzenlemeler olmakla beraber bu içeriğin çocuk aktivistlerin önerileri ile birlikte düzenlenmesini ve soyut yerine getirilmesi belirsizliğe bırakılan söylem yerine içeriğinin somutlaştırılması gerekmektedir. Türkiye AİHM in zorunlu din dersinin kaldırılması ile ilgili kararını uygulayarak inanç yönünden tek tip çocuk yetiştirme politikasını terk etmelidir. Çocukların ve ailelerinin anadilde eğitim talebini görmeli, kendi kültürlerini yaşama geçirme hakkını tanımalıdır.
Devletin, çocuğun sosyal, kültürel eğitimi bakımından gelişmesine katkıda bulunması, çocukluk çağlarının evreleri dikkate alınarak programlar geliştirmesi, çocuk psikolojisi, çocuk sağlığı ve eğitimi alanlarında ortaya çıkan verilerin ışığında okul öncesi ve okul çağı çocuklarının sorunlarına yardımcı olacak araştırmaların yapılması, çocuğun bütünlüğünün korunması, çocuğun korunması gerektiği hallerde onu koruma altına  alması gerektiğine dair yasal düzenlemeler var. Ama uygulama maalesef içler acısı. AB Komisyonunun 8 Kasım 2006’da yayımladığı Türkiye İlerleme Raporu'nun çocuk haklarıyla ilgili başlığında, ‘sokağa itilen çocuklar, çocuk yoksulluğu ve çocuk emeği olgularının’ belirgin şekilde sürdüğüne dikkat çekiyor. Sokakta çalışan ve yaşayan çocuk sorunun önemli nedenlerinden biride ‘zorunlu göç’ ve onun arka planında olan çözülmeyip görmezden gelinen ‘Kürt Sorunu’ dur. Bu sorunu demokratik yol ve yöntemlerle çözmek çocuk hakları açısından da ciddi ilerlemeler sağlar. Çocuklarımız geleceğimiz ise mayınsız ve diğer serbest patlayıcılardan arındırılmış, şiddet ortamının olmadığı bir toplum yaratmak ve uluslar arası sözleşmelerin gereğinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Türkiye ancak böylelikle çocuk dostu bir ülke olabilir.
Çocukları sevin çünkü onlar sadece sizin ve dünyanızın değil hayallerinizin de geleceğidir.
Arslan ÖZDEMİR/ İ.H.D Diyarbakır Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu Başkanı