Diyelim ki hapisteyiz, Yaşımız da elliye yakın. Daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla, Yani, duvarın ardındaki dışarıyla….” N.HİKMETR
İHD Genel Merkezimizin cezaevlerindeki hasta tutuklu ve hükümlülerin sorunlarına dikkat çekmek amacıyla başlattığı etkinliğin 5. mektubunu size gönderiyoruz. Yazdığınız onlarca mektupta, cezaevlerinin durumunu ve özellikle sağlık sorunları açısından yaşanılanları o kadar iyi anlatıyorsunuz ki. Biz insan hakları savunucuları bunları görüyor ve göstermeye çalışıyoruz. Ancak bizim ötemizde görmesi gerekenler nedense hala bu çığlıklara kulaklarını tıkıyor, görmemekte inat ediyor. Buna karşın sesimizi ve sözümüzü hiç usanmadan, yılmadan söylemeye devam edeceğiz… BU BÖYLE BİLİNE!
İnsan hak ve özgürlüklerinin en çok kısıtlandığı yerler cezaevleridir. Ülkemizde mahpuslar, bir de yeni genelgeler ve keyfi disiplin cezaları ile iyice tecrit edilmektedir. Hala kendi anadilinde merhabayı bile suç sayan, papatya’yı yasak gören bir anlayışla karşı karşıyayız.
Sizin durumunuzla devam edelim, 1992 yılında cezaevine girdiğinizde hiç bir sağlık probleminiz yokken, 1997 yılında verem hastalığına yakalanmışsınız, devam eden süreçte tedavinizin yapılmaması nedeniyle durumunuz kötüleşmiş. Sizi Ankara Sanatoryum Hastanesi’ne kaldırıyorlar. Ama yatacak yer bulunamayınca Ankara Ulucanlar cezaevine götürülüyorsunuz. Bu süreçte hastalığınız daha da ilerliyor ve her iki akciğerinizin işlevinin bitmek üzere olduğu doktorlar tarafından size bildiriliyor. Her iki ciğerinizin yarısının alınmasına karar veriliyor. Durumunuz kötüleşince ve hayati tehlike artınca sağ akciğerdeki ameliyat zorunlu olarak erteleniyor. İlaç tedavisine başlıyorsunuz. Ve cezaevine bu şekilde sizi geri yolluyorlar. Üstelik cezaevinde ilaç tedavinize devam edememişsiniz. Günde 35 ilaç içmek zorunda olmanıza rağmen, cezaevi yetkilileri ”bu intihardır” deyip ilaçlarınızı vermemiş, bazen de ilaçlarınızı bulamamışsınız. Bu olumsuzlukların doğal sonucu olarak daha da kötüye giden hastalığınız ilaçlara karşı direnç kazanmış ve akciğer kronik resisant olmuşsunuz. Bu bilgiler sağlık kurulu raporlarınızda fazlasıyla mevcut. 16 yıldır değişik cezaevlerinde bulunmuşsunuz. Cezaevi koşulları ve sağlıksız ortamlar, yetersiz beslenme, özel diyet uygulanmaması sonucu ameliyat edilen ciğerinizde mantar üremiş ancak tedavisi yapılmamış. Yine bel ve boyun fıtığı teşhisi konulmuş, ancak yine tedavi yapılmamış. Üstelik tedavinizi kendi kendinize yapmanız için size masaj aleti önerilmiş. Beyanınıza göre “ancak felç ve sakat olursan tedaviye başlarız” denilerek cezaevine geri yollanmışsınız. Yetkili makamlara yaptığınız “cezanızın ertelenmesi veya özel af çıkarılması” talebiniz geri çevrilmiş. Ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi, “ötenazi hakkımı kullanmak istiyorum” talebinize de red cevabı vermiş. Kısaca durumunuzun aciliyeti belgeleriyle ortadayken, haklı olarak “ben burada ölüme terk edildim!” diye haykırıyorsunuz.
Her şeye rağmen yaşamakta ayak diremek gerekiyor. Çektiğiniz acıları, yaşadığınız trajediyi yaşayan onlarca, belki de yüzlerce mahpustan birisiniz. Yaşam hakkının en kutsal hak olduğu, yaşam hakkının korunması gerektiği temel anlayışından hareketle, senin adına başta Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e ve tüm vicdanlara bir kez daha; 29 şubemizden tüm yöneticilerimiz ve üyelerimizle sesleniyoruz: “Menduh Kılıç sahipsiz değildir! Derhal tedavisi önündeki engeller kaldırılmalı ve Menduh Kılıç serbest bırakılmalıdır!” Biz insan hakları savunucuları senden gelecek sağlık haberlerini bekliyoruz. Cezaevlerinin olmadığı günlerde buluşmak dileğiyle.12.06.2008
Av. Muharrem ERBEY
İHD Diyarbakır Şube Başkanı