Çocuk Haklarının Adı Var Ama Kendi Yok

20.11.2008

 

BASIN AÇIKLAMASI
(Çocuk Haklarının Adı Var Ama Kendi Yok)
 İşte Beriwan, Feyzullah, Yaşar, Uğur, Ümit, Selahattin, Yusuf ve Dilanlar... / Kimi daha bebekti, ağzından düşen emzikti, memeydi / Kimi 13 kurşun yediğinde daha 12’sindeydi / Gelecek peşinden koşarken öğrenciydi bir diğeri / Önümde vurulan Enes daha 9’undaydı/Okulundan önlüğü ile alınan 3 gün gözaltında kalandı Berivan/ Ders çalışmaktan dönen Feyzullah yediği dayaklardan sonra ders çalışamıyor/Yusuf  hala ailesine yanmış sobaların artıklarından kömür topluyor/Selahattin’in çocukluğunu yaşayacak bir yer yoktu/Adana’da,İstanbul’da,Van’da,Mersin’de,Gaziantep’te ve Diyarbakır’da cezaevindeler/Diyarbakır’da çocuklara 23 yıl ceza istendi, bugünün çocukları, birer erişkin olarak çıkacaklar zindanlardan/ Ve bu çocuklar geleceğimizdi!..”
Karataş cezaevinden Adana İHD’ ye mektup göndererek başvuruda bulunan S. D, M. Ö, B.Ö, E. B, Ş.A yaşadıklarını şöyle anlatıyorlar : “Gözaltına alınırlarken polisler ellerindeki silahların dipçiğiyle kafalarımıza vurdular, ellerindeki coplarla rast gele her tarafımıza vurdular. Ağza alınmayacak küfür ve hakaretlere maruz kaldık. Tutuklanıp cezaevine getirilirken de yolda polisler arabanın içinde bizi dövdüler.”
Ümit Ekinci bize şöyle yakınmıştı:
“Silvan Adil Kepollu İlköğretim Okulu 4. sınıfta okuyorum. Annemi daha birinci sınıfa giderken kaybettik. Ben üç kardeşim ve ayağından sakat olan babam ve üvey annem ile birlikte yaşıyorum. Babam çalışmadığı için evin geçimini ve okul masraflarımızı ben ve abim boyacılık yaparak sağlıyoruz. Kış mevsimi geldiği için işler bu ara çok az. Bundan dolayı ben ve abim gece saatlerine kadar çalışmak zorunda kalıyoruz. Günde her birimiz 5-10 ayakkabı boyuyoruz. Tanesini 50 Ykr’den boyadığımız ayakkabı boyacılığından elde etiğimiz parayı üvey annemize veriyoruz, o da ev için gerekli ihtiyaçlarımızı alıyor. Hava soğuk olduğu için gece ellerim üşüyor, böyle olunca nefesim ile ellerimi ısıtarak tekrar kaldığım yerden çalışmaya devam ediyorum. Yağmurlu havlarda ise dükkanların saçakların altına girerek çalışıyorum. Elim donduğu zaman ayakkabı boyama işine ara veriyorum, nefesimle biraz ısıttıktan sonra çalışmama kaldığım yerden devam ediyorum. Babamın bir işi olmuş olsaydı çalışmak zorunda kalmazdık. Sadece bizim değil, Silvan’da yüzlerce aile bizim yaşadığımız sıkıntıyı yaşıyor.
Yaz mevsiminde buralardaki sebzeler çıktığı için eve yiyecek götüre biliyorduk. Kış mevsimi geldiği için her şeyin fiyatı arttı ve Gelen zamlar nedeni ile ev için gerekli yiyecekleri almakta zorlanıyoruz. Zamlar artıkça bizde daha fazla çalışmak zorunda kalıyoruz. Yağmur, soğuk demeden çalışıyoruz.”
Selahattin Özcan’ın yazdıklarına hiç dokunmadık:
“Ben 11 yaşındayım derslerimin haricinde iki saat oyun hakkım var.Bu hakkımı dışarda top oynamak istiyorum araç girmeyen mahellede oturuyorum ama çoğunlukla konfek sion dükkanı var.Dükkanın önüne top gittiği zaman işyeri sahibi topualıo patlatıyor bundan dolayı ailem beni aşağıya indirmiyor.İşyeri sahibinin böylebirhakkı varmı?bize top sahasında oynamamızı söylüyorlar top sağsı bize uzak olduğu için göndermiolar bu yüzden çok rahatsız oluyorum ailemin haberi yok söylesem tartışırlar die sölemedim bende size danışmak istedim.Dışarı çıkıp top oynama hakkım varmı? Yoksa yokmu?Bunu öğrenmek istiyorum.İlginize çok teşekkür ederim.”
Bu gün çocuk hakları sözleşmesinin kabulünün 19. yılı,
Çocuk Hakları Sözleşmesi B.M. tarafından 20 Kasım 1989 yılında kabul edildi. Türkiye sözleşmeyi 1990 yılında imzalamasına rağmen TBMM’de 17, 29, 30 maddelerine çekince koyarak kabul etti. Sözleşme 27 Ocak 1995’de Resmi Gazete ile yayınlanıp yürürlüğe girdi. Bu gün hala kendilerine verilen haklarını bilmeyen, bu haklarını savunamayan 0-18 yaş grubunda olan 26 milyon çocuk var. (ÇHS madde 1: 18 yaşına kadar herkes çocuk sayılır.)
Dünyada çocuklara bayram armağan eden tek ülke olmanın gururunu sürekli vurgulayan bir ülkede, çocuk tutuklamalarına çok sık başvurulması bir tezatlık oluşturmaktadır. BM çocuk hakları komitesi ve BM İnsan Hakları komitesinin kararlarına göre, “Hiçbir çocuk yasa dışı ya da keyfi biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmayacaktır. Bir çocuğun tutuklanması, alıkonulması veya hapsi yasa gereği olacak ve ancak en son başvurulacak bir önlem olarak düşünülüp uygun olabilecek en kısa süre ile sınırlı tutulacaktır”. Oysa özellikle son dönemde çocukların tutuklanıp cezaevine konulduğu, 15–18 yaş arası bu çocukların “Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri”nde yargılanmakta olduğu bilinmektedir. (Diyarbakır: 55 gözaltı ve kötü muamele, 15 serbest bırakılma, 40 tutuklu/ Van: 13 gözaltı ve kötü muamele/ Mersin: 15 gözaltı ve kötü muamele, 7 tutuklu, 8 serbest bırakılma/ Gaziantep: 2 tutuklu/Adana:31 gözaltı ve kötü muamele, 15 tutuklu, 16 serbest bırakılma ) Bu durum Türkiye’nin altına imza attığı sözleşmelere uymayarak çocuk haklarını ciddi biçimde ihlal etmeye devam ettiğini göstermektedir.
Ülkemizde dezavantajlı konumundaki çocukların sayısında sürekli bir artışın yaşandığını da ifade etmek gerekiyor. Çocuklarına gerekli olan kamusal ilgiyi göstermeyen Türkiye, yanlış politikalar sonucu önce köprü altı çocukları sonra kibritçi kızları ile yakın zamanda zorunlu göçten etkilenen ailelerin sokakta çalıştırdığı, suça ittiği, bali tiner kullanan, gasp ve kapkaça karışan çocuklar ile anılmaktadır.
Bu çocuklar nereden çıktı diyorlar. Köylerinden zorla göç ettirilerek büyük şehirlere gönderilen ailelerin çocuklarının nerede olması bekleniyordu ki. Büyük şehirlerde hayatta kalmak, tutunmak, açlığını gidermek, başını sokacağı naylondan yapılmış bir baraka bulmak dışında hiçbir gayesi olmayan ‘tutunamayanların’ çocukları sokaklara bir bir sızarak kamusal hayatımıza girdiler.  Sokağa evine katkı sunmak amacıyla çıkan çocuklar, sokakların özgür ortamında kötülüğün para ettiğini gördüler. Sigara ile tanıştılar. Birçoğunun babası evi terk ettiğinden veya ailesi çeşitli nedenlerden dolayı parçalandığından, yeterli ilgi görmediğinden, kardeş sayısı fazla olduğundan evinde ayrıldı. Sokaklarda bali, tiner, hap, esrar gibi maddeler kullanmaya başladılar, suçla tanıştılar. Suç şebekelerinin eline düştüler. Karşımıza şu anda suç işlemeye meyilli yetişkinler ile suç ortamı olan sokağın içinde büyüyen çocuklar çıktı. Hepimizin korkunç olarak değerlendirdiği birçok yetişkinin işlediği suçlardan dolayı tüylerimiz diken diken oluyor. Bu yetişkinlerin çoğu sokakların acımasız dünyası içinde büyüyen çocuklardan başkası değildi.
Çocukların sokağa düşme nedenleri gittikçe çeşitlenmeye başlamıştır. Gerek yoksulluğun giderek artması, gerek eğitim sistemimizin yetersizliği, gerek medyanın olumsuz tavrı, gerekse neo liberal iktisat politikaların hayata geçirilmesiyle, özelleştirilmek istenen sosyal hizmet çalışmaları, çocuğu sokağa iten faktörleri tetiklemektedir. Sokağa çıkan çocukların bilişsel gelişimi risk altında olduğu unutulmamalıdır. Aile desteği sıfırlanmış çocuklar sokaklarda çeşitli suçlara bulaşacak, madde kullanacak, organize işlere karışacak çocuklardandır diyebiliriz. Türkiye’de 1 milyon kişi açlık sınırında, 18 milyon kişi ise yoksulluk sınırın altında iken bu ailelerin çocuklarının nerede olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Çocuklara koruyucu ortamların yaratılması gerekiyor. Okullar koruyucu mekân olma özelliğini bir türlü kazanamadı. Türkiye bu gün itibariyle, sadece kendi çocuğunu seven bir toplumdur, çocukları seven özellikle dezavantajlı konumda olan çocukları seven ve koruyan bir toplum değildir.
Türkiye, B.M. Çocuk hakları Sözleşmesinin 17,29 ve 30 maddelerine Türkiye’nin koyduğu çekincenin kaldırılması amacıyla B. M.in yaptığı uyarıları dikkate almamıştır. B. M.nin çekinceleri kaldırın dediği 17,29, 30 maddelerindeki çekinceler hala yerinde durmaktadır. Yeni hazırlanan ve sonra da rafa kaldırılan Anayasa taslağında çocuklara dair düzenlemeler olmakla beraber bu içeriğin çocuk aktivistlerin önerileri ile birlikte düzenlenmesini ve soyut yerine getirilmesi belirsizliğe bırakılan söylem yerine içeriğinin somutlaştırılması gerekmektedir. Türkiye AİHM in zorunlu din dersinin kaldırılması ile ilgili kararını uygulayarak inanç yönünden tek tip çocuk yetiştirme politikasını terk etmelidir. Çocukların ve ailelerinin anadilde eğitim talebini görmeli, kendi kültürlerini yaşama geçirme hakkını tanımalıdır.
Devletin, çocuğun sosyal, kültürel eğitimi bakımından gelişmesine katkıda bulunması, çocukluk çağlarının evreleri dikkate alınarak programlar geliştirmesi, çocuk psikolojisi, çocuk sağlığı ve eğitimi alanlarında ortaya çıkan verilerin ışığında okul öncesi ve okul çağı çocuklarının sorunlarına yardımcı olacak araştırmaların yapılması, çocuğun bütünlüğünün korunması, çocuğun korunması gerektiği hallerde onu koruma altına  alması gerektiğine dair yasal düzenlemeler var. Ama uygulama maalesef içler acısı. AB Komisyonunun 8 Kasım 2006’da yayımladığı Türkiye İlerleme Raporu'nun çocuk haklarıyla ilgili başlığında, ‘sokağa itilen çocuklar, çocuk yoksulluğu ve çocuk emeği olgularının’ belirgin şekilde sürdüğüne dikkat çekiyor.
Sokakta çalışan ve yaşayan çocuk sorunun önemli nedenlerinden biride ‘zorunlu göç’ ve onun arka planında olan çözülmeyip görmezden gelinen ‘Kürt Sorunu’ dur. Bu sorunu demokratik yol ve yöntemlerle çözmek çocuk hakları açısından da ciddi ilerlemeler sağlar. Çocuklarımız geleceğimiz ise mayınsız ve diğer serbest patlayıcılardan arındırılmış, şiddet ortamının olmadığı bir toplum yaratmak ve uluslar arası sözleşmelerin gereğinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Türkiye ancak böylelikle çocuk dostu bir ülke olabilir. Çocukları sevin çünkü onlar sadece sizin ve dünyanızın değil hayallerinizin de geleceğidir.
Çocuk Hakları Komisyonu