BASINA VE KAMUOYUNA - 2014 yılı ilk 9 ay hak ihlalleri raporuna ilişkin basın açıklaması metni

12.11.2014

Değerli Basın Mensupları,

İnsan Hakları Derneği Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2014 Yılı ilk 9 aylık İnsan Hakları İhlalleri Raporunu açıklamak üzere bir aradayız.

 

Bildiğiniz gibi 2013 yılında başlayan çözüm süreci ile birlikte, bazı ihlal başlıklarında bir azalma yaşanmıştı. Kürt meselesinin şiddet yöntemlerinin dışına çıkarak demokratik yol ve yöntemlerle çözülme çabasının bir sonucu olarak 2013 yılında ihlallerde azalma meydana gelirken, 2014 yılında çözüm sürecinde beklenilen adımların atılmamasından kaynaklı tekrar artış yaşanmıştır.

 

Çözüm sürecinin gelişmesiyle birlikte başta bölge halkı olmak üzere Türkiye’de bulunan tüm halklarda yaşanan savaşın son bulacağı ve yıllardır beklenen barışın tesis edileceği konusunda ümitleri artırmıştı. Ancak aradan geçen yaklaşık 2 yıllık sürede sorunun çözümü konusunda hükümetten beklenen adımların atılmaması ciddi bir ümitsizliğe neden olmuştur. Özellikle hükümetin çözüm sürecinde kullanmış olduğu dil, meseleye yaklaşım tarzı, çözümü kendi tekelinde tutma çabası, çözümden beklediğini kamuoylu ile paylaşmaması ve süreçle birlikte bölgede yapımına hız verilen kalekol-karakollar ile bölgede askeri hareketliliğin artması sorunları derinleştirmiştir. Ayrıca Sayın Öcalan’ın koşullarının düzeltilmemesi de üstüne eklenince Kürt halkında bir kez daha “kandırılıyoruz” algısı oluşmaya başladığını vurgulamak isteriz.

 

İHD olarak merkezi düzeyde oluşturduğumuz komisyonlarla süreci izledik. İzlerken, sürece dair olumsuzluk oluşturabilecek durumlar üzerinde durduk, gözlemledik ve tespitlerde bulunduk. Çalışmalarımızı kamuoyu ile paylaştık ve çatışan taraflara uyarıcı açıklamalarda bulunduk. Karakol-kalekol yapımlarının ve güvenlik amacı ile inşa edilen barajların ve yolların, koruculuk sisteminin hala varlık göstermesinin, çatışmasızlığı tehdit eden durumlar olduğuna vurgu yaptık.

 

Bölgede yaşayan yurttaşların bu uygulamalara tepki göstermesi, tepkilere güvenlik güçlerinin müdahalede bulunması ve akabinde çatışmaya varan olaylar sonucunda sivil yurttaşların asker ve polis kurşunları ile yaşamlarını yitirmeleri, yapmış olduğumuz uyarıların haklılığını ortaya koymuştur. Çatışmasızlık sürecinin devamlılığı bakımından hükümetin sorumluluk gerektiren durumlar da sürüncemeye bırakan tavrı, kullandığı olumsuz dil ve taraflar arasında devam ettiği düşünülen dolaylı müzakere ile ilgili tek yanlı irade beyanı, çözüm süreci açısından ciddi bir çaba içersinde olmadığı görüşünü ortaya çıkarmıştır. Çözüm sürecinin şu anki durağan hali, başladığı günden bu yana hassas ve kırılgan yapısına yönelik yapıcı politikalar oluşturulmamış olmasının bir sonucudur.

 

Değerli basın emekçileri;

Yıl içerisinde IŞİD çetelerinin saldırıları sonucunda katliam tehlikesi ile karşı karşıya kalan onbinlerce Êzidî ile yüzbinlerce Kobanêli Türkiye’ye geçiş yapmış ve sığınma talebinde bulunmuştur. İlkin sınırdan geçişleri ile ilgili engellemeler ile karşılaşan Êzidî ve Kobanê’li yurttaşların, daha sonradan sınırlı izinlerle geçişlerine izin verilmiş, ancak gerekli insani yardım yapılmak bir yana adeta kaderlerine terk edilmiştir. Bölge ve Türkiye’de yaşayan yurttaşlar dayanışma göstererek bir nebze olsun Êzidîlerin ve Kobanêlilerin maddi ihtiyaçlarını karşılamaya ve manevi destek sunmaya çalışsalar da, sağlık, beslenme ve kış aylarının yaklaşması ile barınma sorunlarının fazlaca yaşanacağı ve buna yönelik devletin bir politikasının olmadığı görülmektedir. Yine barbar çetecilerin saldırılarının devam ettiği sıralarda bir toplumsal talep olarak gündeme gelmiş olmasına rağmen Kobanê’ye insani yardım koridoru açılmamış ve bu şekilde Kobanêliler adeta katliam tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmıştır. IŞİD çetelerine yönelik askeri ve lojistik yardım yapıldığı iddialarına devlet yetkilileri tarafından hiçbir tatmin edici açıklama ve açıklık getirilmemiş olması ise kamuoyunda şüphe ile karşılanmıştır. Nitekim Kobanê meselesine yaklaşım ülkemizde 6-7 Ekim olaylarının yaşanmasına neden olmuş, onlarca insanımız bu olaylarda yaşamını yitirmiş veya yaralanmıştır.

 

Değerli Basın Mensupları,

Raporumuzda güvenlik güçlerinin toplumsal olaylara müdahalesi ve halka yönelik saldırıları sonucu yaşam hakkı ihlallerinin devam ettiği görülmektedir. 9 ay içersinde güvenlik güçleri tarafından, 168 toplumsal gösteriye müdahale edilmiştir. Müdahalelerde güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımına başvurduğu ve yasaların tanıdığı yetkilerin aşıldığı tespit edilmiştir. Bu müdahalelerin bir kısmında ateşli silah kullanımı sonucu sivil yurttaşlar yaşamını yitirmiş ve ağır şekillerde yaralanmışlardır. Haziran ayında Diyarbakır’ın Lice ilçesinde karakol inşaatları protestolarında gerçekleşen müdahalelerde, askerlerin açtığı çapraz ateş sonucu Ramazan Baran (24) ile Baki Akdemir (50) isimli yurttaşlar olay yerinde yaşamını yitirirken, ağır yaralanan Abdullah Akkulun (19) isimli yurttaş ise 3 aylık tedavinin ardından yaşamını yitirdi. Daha bu olayın üzerinden 2 ay geçmemişken yine aynı yerde, bu kez askerlerin saatlerce kurşun yağdırdığı gerilla mezarlığında bulunan yurttaşlardan Mehdin Taşkın (23) isimli genç olay yerinde yaşamını yitirmiştir. Gerçekleşen toplumsal gösterilere güvenlik güçlerinin müdahalesi ve kullandığı orantısız güç 225 yurttaşın çeşitli şekillerde yaralanmalarına neden olmuştur. Bu sonuçlar; devletin Kürt sorununa, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye yaklaşımının ve belirlenen evrensel insan hakları kriterlerinin gerisinde olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanması ve yetkilerini aşması, anayasal suçtur. Raporumuzda ayrıntılı veriler ve bilanço incelendiğinde, ‘suç’ unsuru içeren pek çok örnekle karşılaşmak mümkündür. Güvenlik politikaları adı altında olağan yaşamı tehdit edecek düzeye varan güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddet, şüphesiz siyasal iktidarın politikalarının bir ürünüdür. İnsan hakları ve demokratik yaşamın, militarist unsurların inisiyatifine bırakılmayacak kadar hassas bir konu olduğunu, açığa çıkan hak ihlalleri üzerinden değerlendirmek ve buna dair bir tespitte bulunmak mümkündür. Güvenlik güçlerinin toplumsal alanda, gerek toplantı ve gösteri hakkının kullanımı sırasında, gerekse de gözaltı ve gözaltı yerlerinin dışında olsun, uyguladığı işkence ve kötü muamelenin yargıda cezasızlıkla unutturulmaya çalışılması, ya da yargı konusu olmaması, güvenlik güçlerinin işlediği suçlar bakımından cesaretlendiren bir tutumdur. Özellikle toplumsal olaylarda yaşanan durumlar gerekçe gösterilerek güvenlik güçlerine daha fazla yetki ile donatılmasını sağlayacak yasal değişikliklerden bahsetmek suça teşvik eden, cesaretlendiren bir diğer yaklaşımdır. Biz insan hakları savunucuları, zihinlerde “Hukuk devleti mi yoksa polis devleti mi?” algısını oluşturan bu yaklaşımı, demokratik yaşam alanlarını daraltan ve yurttaşları baskılayan otoriter bir davranış tipi olarak gördüğümüzü ve asla kabullenemeyeceğimizi ifade etmek isteriz.

 

Değerli basın mensupları;

2014 yılının ilk 9 ayında yaşam hakkı ihlalleri dışında birçok alanda ihlallerin yaşandığını görmekteyiz. İşkence yasağı ihlalleri, adil yargılanma hakkı ihlalleri, keyfi ve uzun süren tutuklamalar, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler, kadına ve çocuklara yönelik şiddet, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar, din ve vicdan özgürlüğüne yönelik engeller gibi başlıklar öne çıkan ihlal konuları olmuştur. 

 

Açıkladığımız tüm raporlarda dikkat çeken en önemli ihlallerden biri cezaevlerinde yaşanan ihlallerdir. 2014 yılının ilk 9 ayında cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri artarak devam etmiştir. İşkence ve kötü muamele, sevk ve sürgünler, tecrit ve izolasyon, fiziki koşullar gerekçe gösterilerek mahpusların çeşitli haklardan mahrum bırakılmaları gibi çok sayıda ihlal yaşanmaktadır.

 

Ceza infaz yasalarının uluslararası hukuk mevzuatından çok uzak olmasının bir sonucu olarak açığa çıkan bu ihlaller arasında, biz insan hakları savunucularının gündeminde olan en önemli sorun hasta mahpuslar sorunudur. 228’i ağır 578 hasta mahpusun bulunduğu cezaevlerinde, mahpuslar tahliye edilmediği gibi tam teşekkülü hastanelerde tedavi edilmiyor, adeta ölüme terk ediliyor. Her an bir cezaevinden bir hasta mahpusun ölüm haberi ile karşılaşmanın tedirginliği içersinde olduğumuzu ifade etmek isteriz. Nitekim 2014 yılında 45 yaşındaki Seyithan Taşkıran tek başına tutulduğu hücrede kalp krizi sonucu yaşamını yitirirken, 7 yıldır kan kanseri teşhisi konulan 67 yaşındaki hasta mahpus Şeyhmus Yetek ise tahliye edilmesinden bir hafta sonra tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi.

 

Cezaevlerine yönelik ihlaller başlığında değinmemiz gereken bir önemli konu da İmralı Cezaevi’ndeki uygulamalardır. 2013 yılında PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan tecrit, çözüm süreci nedeniyle kısmen kaldırmış olsa da, avukatları ile görüştürülmemiş olmasının hukuk ile bağdaşır bir yanının bulunmadığını belirtmek isteriz. 15 yıldan bu yana ağırlaştırılmış bir tecrit ortamında tutulan Sayın Öcalan’ın, çözüm sürecinin önemli bir aktörü olması sebebiyle özellikle de koşullarının müzakere sürecine uygun olarak yeniden düzenlenmesi ve barış sürecindeki rolünü oynayabilmesi için üzerindeki tecride son verilmesi gerekmektedir.

 

Değerli basın mensupları;

Bilindiği gibi ülkemizde ve bölgemizde binlerle ifade edilen kayıplar, toplu mezarlar ve faili meçhul cinayetler, aradan geçen onca yıla rağmen hala aydınlatılmamış, yüzleşmekten kaçınılmıştır. Bölge kentlerinde kayıp yakınlarının 5 yıl önce başlattıkları ve her hafta kesintisiz sürdürdükleri oturma eylemleri 300’üncü haftasına ulaşmış olmasına rağmen kayıp yakınlarının adalet haykırışına devlet yetkilileri ve AKP hükümeti adeta kulaklarını tıkamıştır.

 

90’lı yıllarda işlenen insanlık dışı uygulamalar ve savaş suçları ile bu suçların zaman aşımı tehlikesiyle karşı karşıya olması da, önemli bir gündem maddesi olarak karşımızda durmaktadır. Girişimlerimiz sonucu, bazı olaylara ilişkin davalar açılmıştır ancak, bu yüzlerce dosyanın zaman aşımına uğrama tehlikesini ortadan kaldırmamaktadır. İnsanlık suçlarının, zamanaşımı ile ilgili var olan yasalar kapsamından çıkarılması ve yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Zira insanlık suçlarında zamanaşımına gidilmesi, toplumda adalet duygularını zayıflatan ve vicdanları rahatsız eden bir durumdur. Zaman aşımı tehlikesinin yanı sıra, Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu adıyla bir oluşuma gidilmesinin ve çalışmalarda bulunulmasının önemine vurgu yapmak istiyoruz. Böylesi bir komisyonla devlet arşivlerini açarak geçmişte yaşananları açığa çıkarmalı, işlenen insanlık suçlarından hesap sorulmalı ve kaybedilenlerin akıbeti ortaya çıkarılmalıdır.

 

Değerli basın mensupları;

Hazırladığımız bu rapordaki ihlaller bu ülkenin gerçekliğidir. Ancak insanlarımızın kaderi olmadığının bilinmesini isteriz. Bu nedenle bir an önce bu ihlallerin son bulmasını diliyor, özgürlüklerin var olduğu onurlu bir gelecek temenni ediyoruz. Ayrıca barış ve çözüm sürecinin müzakerelerle sürdürülmesi ve sonuç alınması yönünde daha fazla çaba gösterilmesi çağrısında bulunuyoruz.

 

 

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ DİYARBAKIR ŞUBESİ