(Onurlu Barış Olmadan, Haklar ve Özgürlükler Yaşam Bulamaz!)
Değerli Basın Emekçileri,
Saygıdeğer İnsan Hakları Savunucuları,
Öncelikle, bundan 12 gün önce aramızdan alınan, bütün yaşamını, bu coğrafyada insan onuruna yaraşır bir ortamın sağlanması ve insan hakları mücadelesine adayan Sevgili Tahir Elçi’yi bir kez daha saygıyla, sevgiyle, minnetle anıyoruz. Elçi’yi aramızdan alan kurşunun sahipleri bellidir. Ancak adına “faili meçhul” denilen binlerce cinayet gibi, failler korunmaktadır. Ona duyduğumuz saygının ve sözün gereğini yerine getirecek ve cinayetin karanlıkta kalmasına asla izin vermeyeceğiz…
Bugün İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 67. yıldönümü. İnsanın, doğuştan getirdiği hakların dokunulmazlığını ve kutsallığını koruma altına alan bu bildirge, şüphesiz ki insanlık ailesi tarihi içerisinde büyük bir yere ve anlama sahiptir. Bildirgenin öncesinde, milyonlarca insanın öldürülmesine, habitatların yerle bir edilmesine, sistematik kırımların gerçekleşmesine neden olan bölgesel ve uluslar arası savaşlar söz konusuydu ve bildirge, dünya insanlığının onurda ve haklarda eşit olduğuna vurgu yaparak bir dönümü de gerçekleştirmiş oluyordu.
O günden bugüne maalesef dünyanın birçok yerinde savaşlar, kıyımlar ve kırımlar hız kesmeden devam etti. Ortadoğu coğrafyası da, savaş halinden fazlasıyla nasibini aldı. 2015 yılı, ilimizde ve bölgemizde son derece ciddi hak ihlallerinin ve savaş suçlarının yaşandığı bir yıl oldu. Ancak bu yıl, en fazla öne çıkan hak ihlali, yaşam hakkı ihlalleri olmuştur. Mevcut iktidarın, çözüm sürecini “buzdolabına kaldırdığını” ifade etmesi ve yeniden akıl almaz bir şekilde savaş politikalarına ağırlık vererek, Kürt sorununda barış ve müzakere yerine çatışma pratiğine ağırlık vermesi, geri dönülemez tahribatların yaşanmasına yol açmıştır.
Diyarbakır'da 5 ve Suruç’da 33 insanımız ile Ankara’da 102 barışseverin yaşamlarını yitirmeleri ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan canlı bomba katliamları ve bu katliamların tüm yönleriyle açığa çıkmasında son derece isteksiz davranan bir devlet aklı, biz insan hakları savunucularının geleceğe dair kaygılarını artırmaktadır. Öyle ki; 21. Yüzyılın barbarlık örgütü olan ve her türlü insanlık suçunu işleyen IŞİD’in bombacısı olduğu ismiyle-cismiyle aylar önceden bilinen birinin, ellerini kollarını sallayarak Ankara’nın orta yerinde korkunç bir katliam gerçekleştirebilmesi dahi, gerçek bir demokrasi tesis edilmemesi durumunda, gelecekte de bizleri bekleyen şeylerin habercisi niteliğindedir.
Değerli Basın Mensupları,
Saygıdeğer İnsan Hakları Savunucuları,
2015 yılını tek cümleyle özetleyecek olursak, en fazla hak gaspının Yaşam Hakkı İhlalleri alanında olduğunu belirtebiliriz. 7 Haziran seçim sonuçlarının Hükümet tarafından beğenilmemesinin ardından, istikrar sağlama adı altında ülkenin yeniden bir şiddet sarmalına evrilmesinin dehşetini tüm toplum yaşamaktadır. Bölgede ve ilimizde ard arda ilan edilen sokağa çıkama yasaklarının, geçmiş OHAL ve sıkıyönetim uygulamalarını kat be kat aşan türden olması; hemen her gün birkaç sivilin devletin kolluk güçleri tarafından öldürülmesi, 2015 yılına damga vuran ve asla unutulmayacak türden ihlallerdir.
Son 40 yıllık tecrübelerimiz bize göstermiştir ki; savaş ve çatışma hali, her türlü hak gaspının ama en fazla da yaşam hakkının ihlali demektir. Nusaybin, Silvan, Cizre, Suriçi gibi yerlerde günlerce devam eden sokağa çıkma yasakları ardından siviller öldürülmekte, hamile kadınlar evlerinin önünde vurulmakta, cenazeler dahi gömülememekte; tarihi eserler yanmaktadır. İnsanlar ve o insanların ait olduğu medeniyetlerin tanıkları kaleler, kiliseler, camiler, tarihi mekanlar yerle bir edilmektedir. Devlet, buralarda yaşayan halka “düşman hukuku” uygulamakta; kendi vatandaşları olduğunu unutarak kendi yasalarını bile ihlal etmektedir. Biz insan hakları savunucuları, adına JÖH denilen oluşumların ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Sokaklarda duvarlara yazılama yapan yüzü maskeli özel harekat timleri bazı yerlerde “Esedullah Timi” ismini kullanarak, bazı yerlerde de JÖH imzasıyla halka tehditler savurmaktadır. Bütün bu yazılamaların geçmişte JİTEM veya Hizbulkontra olarak geçekleştirilen vahşetin hatırlatmaları olduğunu da iyi biliyoruz. AKP, nasıl oldu da “bizim dönemimizde faili meçhul yaşanmayacak” söyleminden, “Beyaz Toroslarla tehdit” söylemine gelmiştir? Bir kez daha hatırlatıyoruz; sivillere yönelik gerçekleşen ihlaller, insanlık suçudur. İçinde sivillerin yaşadığını bile bile evlerin bombalanması; tarihi mekanların yakılması, insanlığa yönelik işlenen suçlardır. Bu suçların takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Benzer şekilde, 90’lı yılları aşan şekilde, cenazelere dahi işkence yapılan bir yıl yaşadık ve bu süreç halen devam etmektedir. Gözaltına alınanların ve naaşların işkence gördüğü açığa çıkmıştır. AKP Hükümeti, sorumluları görevden alıp yasal süreç başlatacağına; örneğin Hacı Lokman Birlik olayında olduğu gibi, bu görüntüleri sosyal medyaya vererek devletin operasyonlarını tartıştırır hale getirdiği için bazı polisler hakkında soruşturma başlatmıştır. Bu bile, AKP’nin politikalarının merkezinde insanın değil; devletin yer aldığının açık bir itirafıdır. İşkence ve gayriinsani muamele, gözaltı birimlerinde ve bu birimlerin dışında, sokakta yaşanmaya devam etmektedir. Buna karşılık, işkence uygulayan ve cinayet işleyen kolluk için “cezasızlık” politikalarında ısrar eden devlet aklına buradan seslenmek isteriz ki; biz, failler hak ettikleri cezaya çarptırılana kadar hukuk mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz! 90’lı yılların Cizre, Lice, Kulp katliamlarının sorumlularını; davaları batı illerine naklederek bugün beraat ettirmiş olabilirsiniz ama uluslar arası hukuk ve adalet diye bir şey de vardır! Biz ne 90’ların ne de bugünün katillerinden hesap sormaktan asla vazgeçmeyeceğiz!
Yine, Kürt sorununun barışçıl çözümüne denk gelen Dolmabahçe mutabakatından vazgeçen AKP, toplantı ve gösteri özgürlüğü ile örgütlenme özgürlüğüne yönelik ihlallerde de artışa geçmiştir.
Düşünce-İfade ve İnanç Özgürlüğü’ne yönelik ihlaller de hız kesmeden devam etmektedir. Muhalif basın yayın organlarının susturulması, yüksek para cezalarının verilmesi, muhabirlerin tutuklanması ve haber esnasında polis şiddetine maruz kalmaları gibi uygulamalar, ilimizin ve bölgenin de bir rutini haline gelmiştir. Sadece kendisine demokrat-kendisi için özgürlük isteyen bir AKP, tek sesli bir toplum yaratmak uğruna, hem basın özgürlüğünü ve hem de ifade özgürlüğünü hiçe saymaktadır.
Bir ülkedeki özgürlüklere yaklaşımın en temel göstergelerinden biri de cezaevleri politikalarıdır. Cezaevlerinde halen 300’ü ağır, 756 hasta mahkum bulunmaktadır. İktidar, hasta mahkumları tahliye etmeyerek aynı zamanda, BM sözleşmelerini de ihlal etmektedir.
Kadına Yönelik Şiddet; erkek egemen politikaların hayatın her alanında devam etmesi ve yargı ile idari pratiklerin de kadına yönelik şiddeti beslediği bir yıl daha geçirdik. Kadın cinayetleri ve tecavüz dosyalarında, faillerin takım elbise giymelerinden tutalım da envai türlü gerekçelerle ciddi ceza indirimlerinden yararlanmalarından dolayı, şiddet vakaları artarak devam etmiştir. Kadını öteki gören, annelik rolüne hapseden ve ayrımcı politikalarını derinleştiren AKP iktidarı, bu yaklaşımlarıyla kadına yönelik şiddetin artmasından birinci dereceden sorumludur. “Kadın cinayetleri politiktir” şeklindeki yaklaşımımız, şiddeti durdurmak istemeyen devlet aklına bir yanıttır. Son olarak, Antep’de IŞİD üyelerinin bir ofis tuttuğu, bu ofiste aracı şahıslar aracılığıyla ellerinde tuttukları Ezidi kadın ve çocukları yüksek meblağlar karşılığında sattığı, ofisin içinde bulunan IŞİD üyelerini para sayma makineleriyle birlikte görüntülendiği belge ve haberlerin ortaya çıkması üzerine, konuya müdahil olduğumuzu buradan tekrarlamak isteriz. Son birkaç ayda canlı bombaları aracılığıyla 140 insanımızı katleden bu çete-örgüt üyeleri nasıl oluyor da, Antep ilimizde ellerini kollarını sallayarak insan ticareti yapmak gibi bir insanlık suçunu gerçekleştirebiliyorlar? Buradan bunu yüksek sesle bir kez daha sormak istiyoruz.
Değerli Basın Emekçileri,
Saygıdeğer İnsan Hakları Savunucuları,
Son derece ciddi ve sistematik hak ihlallerinin yaşandığı bir bölge olması hasebiyle bir basın açıklamasına sığdırılamayacak çok konu başlığı var elbette. Ancak şu sözlerle bitirmek istiyoruz.
Çocukların vurulduğu; cenazelerinin üzerine güvercinlerin konduğu bir coğrafyada yaşamanın ağır sorumluluğu altındayız. Bunu bize reva gören zihniyet utansın!
Kendi çocuklarını tozpembesi bir hayatla buluşturup bu halkın çocuklarını, ayaklarında naylon terliklerle 12 kurşunla vuran devlet utansın!
Daha önceki gün Silopi’de öldürülen 15 yaşındaki zihinsel engelli Ferhat Kartal, yanına uğurladığımız Uğur Kaymaz’la birlikte, sizden hesap soracağımız günü, yıldızlar ülkesinden bizleri izleyerek bekliyor!
Hamile anneleri çocuklarının gözleri önünde, onları da kurşunlayarak katlettiniz! Hesap vereceksiniz!
Tüm bu insanlık suçları sadece insan hakları örgütlerinin raporlarına değil; tarihin sayfalarına da geçti. İnsanlık ailesi, er ya da geç tüm faillerden hesap soracaktır.
Dostumuz, yoldaşımız ve insan hakları mücadelesinin yılmaz savunucusu sayın Tahir ELÇİ'nin, herdem ve özellikle de son konuşmasında da vurguladığı üzere; bizlerde buradan açıkça çağrı yapıyoruz… İnsanlık tarihinin doğduğu Mezopotamya’nın tarihle iç içe geçmiş kentlerinde silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu kadim kentlerden uzak olsun. Sokaklar çocuk seslerinin geldiği ölüm korkularının yaşanmadığı, çocukların koştuğu oynadığı yerler olsun.
Tek bir canımızı daha yitirmemek adına Hükümeti derhal, derin donduruculara hapsettiği çözüm sürecine geri dönerek müzakere masasının, tüm aktörleriyle birlikte olmak kaydıyla kaldığı yerden devamına çağırıyoruz. Atılacak ilk adım, Sayın Öcalan üzerinde devam eden tecride son verilerek, müzakerelerin başlatıldığının duyurularının yapılmasıdır.
İhlalsiz, gözyaşının olmadığı, sömürüsüz bir dünya umuduyla…
Katılımınız için hepinize çok teşekkür ediyoruz.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği
Diyarbakır Barosu
Diyarbakır Tabip Odası