İnsan hakları savunucuları ‘Yaşam Hakkı’ için bir araya geldi

10.12.2012
DİYARBAKIR – Diyarbakır’da 6 kurum tarafından organize edilen 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası, düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamasıyla start aldı. Kurumlar adına bir açıklama yapan İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, 64’üncü yılına girerken evrensel hakları halen ayaklar altında olduğunu belirterek, bu yıl “Yaşam Hakkı” ana temasını ele alarak yaşam hakkına ilişkin ihlalleri gündemleştireceklerini söyledi. Bilici ayrıca, 2012 yılında yaşanan hak ihlallerini çarpıcı rakamlarla açıkladı. 
 
Diyarbakır’da İHD, MAZLUMDER, TİHV, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası ve STGM tarafından organize edilen 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası etkinlikleri bugün yapılan yürüyüş ve basın açıklaması ile start aldı. Diyarbakır’da bulunan çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisinin katılımıyla gerçekleştirilen yürüyüş, polisin yoğun güvenlik önlemi aldığı Ofis Semti AZC Plaza önünde başladı. AZC Plaza önünde bir araya gelen insan hakları savunucuları, buradan Kürtçe ve Türkçe hazırlanan “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” broşürlerini dağıtarak, Koşuyolu Parkı’na doğru yürüyüşe geçti. Yol güzergahı boyunca vatandaşlara broşür dağıtan kitle, İnsan Hakları Anıtı önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
 
Düzenleyici 6 kurum adına basın açıklamasını okuyan İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici, bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 64’üncü yıldönümü olduğunu hatırlatarak, “Ne yazı ki Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli desteği bulamamaktadır” dedi.
 
İçinde bulunduğumuz 2012 yılında dünya çapında halen savaşların sürdüğünü ve onbinlerce insanın ölmeye devam ettiğini vurgulayan Bilici, “Son olarak Suriye’de örneğine rastladığımız gibi, emperyal güçlerin savaş oyunları halkları birbirine kırdırmakta, Ortadoğu neredeyse savaşsız bir gün bile geçmemektedir. Dünya çapında yoksulluk en yüksek düzeyde sürmekte, buna karşılık dev güçlerin zenginlikleri dünyamızı daha yaşanmaz bir yer haline getirmektedir” diye konuştu.
 
‘Başbakan hem hakim, hem savcı, hem polis’
 
“2012 yılında ülkemiz için genel bir değerlendirme yapılacaksa gelinen süreçte; özgürlükleri hiçe sayan, demokrasi ve insan haklarını neredeyse rafa kaldıran, yürütmenin tüm diğer erkler üzerinde baskı kurduğu,  hukuk devleti ilkesinin içinin boşaltıldığı bir noktaya doğru yol alınmıştır” diyen Bilici, şöyle devam etti: “Bunun en önemli işaretleri de, çatışmalı süreçlerden ve muhaliflere yönelik geniş çaplı operasyonlardan sonra Başbakan’ın kimi zaman hakimliğe, kimi zaman savcılığa, kimi zaman güvenlik görevlisi rolüne soyunan beyan ve açıklamaları olmuştur. Bu durum yürütmenin yargı üzerindeki baskısını gözler önüne sermektedir. Son olarak BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik girişim ve yargıya verilen talimat, aktarmaya çalıştığımız bu durumun ne kadar tehlikeli boyutlara vardığını göstermektedir.”
 
‘Roboskî katliamını unutturmayacağız’
 
Bu yıl gerçekleştirdikleri İnsan Hakları Haftası’nda “Yaşam Hakkı” konusunu ana tema olarak ele aldıklarını kaydeden Bilici, “Neden Yaşam Hakkı diye sorduğumuzda ise, bu önemli konuyu ele almamız için birçok neden karşımıza çıkmaktadır. Öncelikle Yaşam Hakkı uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan en temel hakların başındadır. Hepinizin bildiği üzere, içinde bulunduğumuz yıla girdiğimiz günlerde Şırnak’ın Uludere İlçesi Roboskî Köyü’nde büyük bir katliam yaşandı. 28 Aralık gecesi Roboskî’de çoğunluğu çocuk 34 yurttaşımız devletin savaş uçakları tarafından bombalanarak katledildi. Çoğu yaşamın baharında 34 can, vahşi bir şekilde bizlerden koparıldı. Devletin en az katliam kadar korkunç yaklaşımı sonraki bir yıllık süreçte de devam etti. Aradan bir yıla yakın zaman geçmesine rağmen Roboskî katliamının faillerinin soruşturulmadığı ve faillerin yargı önüne çıkarılması konusunda etkin bir soruşturma yürütülmemiştir. Bunun yanı sıra devlet, katliamda yaşamını yitirenlerin yakınlarına bir özrü dahi çok görmüştür. Bizler insan hakları savunucuları, bu katliamın faillerinin yargı önüne çıkarılması için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz. Katliamın yıldönümünün yaklaştığı şu günlerde bir kez daha bu sözümüzü yineliyor, Roboskî katliamını unutturmayacağımızı tekrarlıyoruz.
 
‘Hükümetin güvenlikçi politikaları ölüm getirdi’
 
Roboskî katliamının yanında 2012 yılı içerisinde güvenlik güçlerinin sivillere yönelik saldırıları devam ettiği, “orantısız güç kullanımı” deyimini gölgede bırakan müdahaleler sonucunda yaşam hakkı ihlalleri yaşandığını ifade eden Bilici, rakamlarla 2012 yılında yaşanan bazı ihlalleri şöyle sıraladı: “Bu yılın ilk 9 aylık süreci içerisinde 11 kişi güvenlik güçleri tarafından öldürülürken, 22 kişi ise faili meçhul saldırılar sonucunda yaşamını yitirmiştir. Yine mayın ve sahipsiz patlayıcılar sonucu çoğunluğu çocuk 10 kişi yaşamını yitirmiştir. 2012 yılının ilk 9 ayında meydana gelen çatışmalarda 395 güvenlik görevlisi ve PKK militanı yaşamını yitirirken, 420 kişi ise yaralanmıştır. Çatışmalarda ayrıca, 2 sivil yaşamını yitirmiş, 26 sivil de yaralanmıştır. Geçmiş yılları neredeyse ikiye katlayan bu rakamlardaki artış, hükümetin güvenlikçi politikalarının nelere mal olduğunu bizlere bir kez daha göstermiştir. Öte yandan çatışmalı sürecin yoğunca yaşanmaya başladığı 1988 yılından günümüze yani 25 yıl içerisinde 567 çocuğumuzu bu savaşa kurban verdik. Sadece AKP iktidarı döneminde 189 çocuk yaşamını yitirirken, 2012 yılının ilk 9 ayında 14 çocuk yaşamını yitirmiştir. Görüldüğü üzere savaş can almaya devam ediyor.”
 
Yine çatışma ortamının gelişmesiyle birlikte savaş hukukunu hiçe sayan olayların da yaşandığını vurgulayan Bilici, “Yaşanan bazı çatışmalarda kimyasal gazların kullanıldığı yolundaki iddialar, ciddiyetini korumakla birlikte bu konudaki iddialar da adli ve idari yetkililerce göz ardı edilmiş ve etkin bir şekilde soruşturulmamıştır. Çatışmalarda yaşamını yitiren PKK militanlarının cenazelerine yönelik uygulamalar ve cenaze törenlerine yönelik saldırı, ülkede adalet duygusunu ciddi oranda zedelemektedir. İki tarafça da silahsız-sivil insanlara karşı yaşam hakkının ihlaliyle sonuçlanan eylemler,  insancıl hukuku ayaklar altına alan yaklaşımlardır. Bu ülkede halen bir toplu mezar gerçeği orta yerde dururken, kayıplar ve faili meçhul cinayetler konusunda adımların atılmaması, iktidarın geçmişte yaşanan katliamlar ve karanlık olaylara yaklaşımını sergilemektedir” dedi.
 
Yaşam Hakkı’na yönelik ihlallerin yanında gerçekleşen bazı hak ihlallerine değinmekte yarar gördüklerini belirten Bilici, “2012 yılında Kürt sorunu, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi sorununun en önemli halkası olmayı sürdürmüştür. Bunun yanı sıra işkence yasağı ihlalleri, kamuoyunu yakından ilgilendiren çeşitli davalardaki adil yargılanma hakkı ihlalleri, keyfi ve uzun süren tutuklamalar, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, cezaevlerinde yaşanan ihlaller, kadına yönelik şiddet, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler, başta başörtüsü olmak üzere dini özgürlüklere yönelik engeller gibi başlıklar 2012 yılında da öne çıkan konular olmuştur” diye konuştu.
 
‘Düşüncelerini ifade edenler cezaevlerine atılmıştır’
 
“Ülkemizde halen yaşanmakta olan en büyük sorunlardan biri, gerek ülke çapında gerekse uluslararası alanda sıkça eleştirilen düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlallerdir” diyen Bilici, şunları söyledi: “Düşünceleri nedeniyle binlerce kişinin yargılandığı ülkemizde gözaltına alma ve tutuklanmalardaki artış, nasıl devasa bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne sermektedir. 2012 yılının ilk 9 ayında sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 3177 kişi gözaltına alınırken, 1162 kişi de tutuklanmıştır. Bu süre içerisinde 1715 kişi soruşturma, dava ve cezalara maruz kalmıştır. Düşüncelerini ifade eden veya haklarını talep eden insan hakları savunucuları, gazeteciler, avukatlar, sendikacılar, öğrenciler, aydınlar ve siyasetçilere reva görülen tek uygulama cezaevlerine atılmak olmuştur. Son olarak, daha iki gün önce, Batman, Mardin ve Siirt merkezli düzenlenen operasyonlarda onlarca kişi gözaltına alınmıştır.”
 
‘Anadil en temel ve vazgeçilmez insan hakkıdır’
 
Muhalif olarak görülen kesimler bir bütün olarak cezaevlerine atılmasının yanında, bu cezalandırma yöntemi yetmezmiş gibi birçok hakları da kısıtlandığını söyleyen Bilici, “Bunların en başında gelen ise anadilde savunma hakkıdır. Son olarak Meclis gündemine getirilen ancak, yetersizlikleri ilk bakışta göze çarpan yasa tasarısıyla bu hakkın önünün açılması beklenirken, hükümetin ani bir hamle yaparak bu tasarıyı gündemden düşürmesi, iktidarın nasıl bir zihniyete sahip olduğunun göstergesidir. Şunun iyi bilinmesi gerekir ki, Anadil en temel ve vazgeçilmez insan hakkıdır. Her yurttaş kendi anadiliyle konuşabilmeli, eğitim alabilmeli, resmi makamlar nezdinde dilini kullanabilmelidir. Bunun önünün kapatılması, bir ülkeyi ancak despot bir yönetim haline getirir” dedi.
 
‘Cezaevlerinde ihlaller artmıştır’
 
2012 yılında cezaevlerinde tutulan mahpusların sayısının artmaya devam ettiğini, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinde de artışlar yaşandığını kaydeden Bilici, şöyle devam etti: “Yıl ortasına doğru Urfa Cezaevi’nde mahpusların diri diri yanarak can vermesi hala hafızalardan silinmemiştir. Cezaevlerinde yaşam hakkına yönelik ihlallerin yanında, işkence ve kötü muamele, sevk ve sürgünler de hızından bir şey kaybetmemiştir. Cezaevleriyle ilgili yaşanan en önemli sorun ise hasta mahpusların durumudur. Yaptığımız araştırmalara göre halen Türkiye cezaevlerinde 250’nin üzerinde ağır hasta mahpus bulunmaktadır. Bunların birçoğu cezaevlerinde tedavi edilemeyecek durumdadır ve bir an önce tahliye edilmeleri gerekmektedir. Ancak yapılan tüm girişimlere rağmen ölümün eşiğinde olan bu mahpuslar tahliye edilmemekte, adeta ölüme terk edilmektedirler.”
 
‘Öcalan’a uygulanan tecrit ortamı germektedir’
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan ağırlaştırılmış tecrit uygulamasına da değinen Bilici, “Kürt meselesinin çözümünde haiz olduğu önemi çağrısı üzerine sona eren açlık grevleriyle bir kez daha gösteren Abdullah Öcalan, üzerindeki tecrit uygulamasının evrensel ilkeleri bırakın, Türk hukukuna dahi aykırı olduğu su götürmez bir gerçektir. Ayrıca bölgede gerilen hava, tecrit nedeniyle gün be gün daha da gerilmektedir. Bu nedenle Öcalan’a uygulanan hukuka aykırı tecridin bir an önce son bulması gerekmektedir” diye konuştu.
 
İnsan hakları savunucularının talepleri
 
“BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 64’üncü yılını kutladığımız bugün, başta bölgemizde olmak üzere, ülkemiz ve dünyada hak ihlallerinin yaşanmadığı bir geleceğin özlemiyle tüm insanların gününü kutluyoruz. Bu gün vesilesiyle taleplerimiz bir kez daha sizlerle paylaşma gereği duyuyoruz”  şeklinde konuşan Bilici, talep ettikleri bazı konuları şu şekilde sıraladı:
“*Yaşam hakkına yönelik ihlallere son verilmesini ve başta Roboski katliamı olmak üzere bu ihlallere yönelik etki ve hızlı bir soruşturma yürütülmesini,
*Öcalan üzerindeki ulusal ve uluslararası hukuka aykırı tecride derhal son verilmelidir. *Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile inanç özgürlüğü üzerindeki baskılara son verilerek, düşüncelerinden dolayı cezaevinde tutuklu bulunan gazeteci, insan hakları aktivistileri, siyasetçiler başta olmak üzere tüm düşünce ‘suçlularının’ derhal serbest bırakılmalıdır.
*Savunma hakkına yönelik ihlallere son verilerek, mesleki faaliyetlerinden dolayı halen cezaevinde tutuklu bulunan avukatların derhal serbest bırakılmalıdır.
*Geçmiş dönemlerde işlenen faili meçhul cinayetler, gözaltında kaybetme olayları ile ilgili olarak etkin bir soruşturma yapılması, faillerin yargı önüne çıkarılmalıdır.
*Geçmişle yüzleşme çerçevesinde bölgedeki toplu mezarların hukuka uygun bir şekilde açılmalı ve buna ilişkin bağımsız, tarafsız ve etkin bir soruşturma yürütülmelidir.
*Tüm bu ihlallerin meydana gelmesine neden olan Kürt meselesinin demokratik bir zeminde çözümü için demokratik adımların atılmasını talep ediyoruz.  
 
Bilici’nin açıklamasının ardından Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’de kısa bir konuşma yaparak, yaşanan ihlallerin yarattığı tahribatlara değindi.