DİYARBAKIR - Şırnak'ın Uludere ilçesi Roboski köyünde 34 yurttaşın katledilmesiyle sonuçlanan bombardımana ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'nın görevsizlik kararı vererek, dosyayı Askeri Savcılığa göndermesine dosyanın avukatları tarafından itiraz edildi. Malatya Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen 10 sayfalık itiraz dilekçesinde, savcılığın bu kararının hukuksuz ve insan haklarına aykırı olduğu belirtilerek, kararın kaldırılması talebinde bulunuldu. Av. Reyhan Yalçındağ, iç hukuk yollarında taleplerinin karşılanmaması halinde davayı uluslararası alana taşıyacaklarını söyledi.
Şırnak'ın Uludere İlçesi Roboski köyünde 28 Aralık 2011 tarihinde savaş uçakları tarafından düzenlenen bombardıman sonucu 34 yurttaşın katledilmesiyle sonuçlanan olaya ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'nın verdiği görevsizlik kararına dosyanın avukatları tarafından itiraz edildi. Avukatlar Reyhan Yalçındağ Baydemir, Cihan Aydın, Meral Danış Beştaş, Mesut Beştaş, M. Emin Aktar, Tahir Elçi ve Serdar Çelebi tarafından bugün Malatya Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilmek üzere Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'na sunulan dilekçe 10 sayfadan oluşuyor.
Savcılığın 11 Haziran tarihli görevsizlik kararının yasal mevzuata, usule, hukuka ve insan haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle, kararın kaldırılması talep edilen itiraz dilekçesinde, öncelikle savcılığın yürüttüğü soruşturmaya koyduğu gizlilik kararının kaldırılması talep ediliyor.
'Savcılığın kararı saldırının yanlışlıkla değil kasıtlı yapıldığının itirafıdır'
Savcılığın görevsizlik kararı vererek, dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığa göndermesinin hukuki hiçbir dayanağının bulunmadığı belirtilen dilekçede, şunlara yer verildi: "Savcılığın kararında 'görevi kötüye kullanma' ve 'taksirle adam öldürme' fiilleri gerekçe gösterilerek dosya askeri savcılığın yetkisinde olduğu belirtiliyor. Kararda, şu konuya dikkat çekilmektedir: '…bölgede keşif uçuşu yapan İnsansız Hava Aracı (İHA), ilk olarak saat 17:20'de ülkemize doğru hareket etmekte olan grubu tespit etmiştir. İHA görüntülerini inceleyen birimler tarafından, ülkemize yaklaşan grupların 'terörist veya kaçakçı vatandaşlarımız' olabileceği yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. Sınıra yakın bölgede örgüt mensuplarının bulunması ve olayın gerçekleştiği bölgede olay öncesinde çok sayıda silahlı çatışmanın meydana gelmiş olması da dikkate alınarak, tespit edilen grubun terör örgütü mensupları olduğu değerlendirilip hava harekatı yapılmasına karar verilmiştir. Bu hava harekatı kapsamında savaş uçakları tarafından, ilki saat 21:40'da ve sonuncusu ise 22:24'de olmak üzere gruplara yönelik toplam dört bomba atılmıştır. Atılan bombalar sonucu toplam 34 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.' Bu belirlemenin kendisi bile, ihmal veya taksirle değil de, öldürülen sivillerin 'kasıtlı' biçimde savaş uçakları tarafından bombalandığının itirafıdır. Çünkü, olayın gerçekleştiği yerde İHA görüntülerini inceleyen birimlerin, hareket halinde olan grupların 'örgüt üyeleri veya kaçakçılar' olabileceği yönünde değerlendirmeler yaptıkları, dosyadaki mevcut bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır ki; savcılık böylesi bir değerlendirmeye atıfta bulunmaktadır. Kaldı ki, 'kaçakçı vatandaşlarımız' denilen maktullerin, sadece o akşam değil on yıllardır bölgede başka bir geçim kaynakları olmadığı için, sınır ticareti yapan köylüler olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Yine, sınıra yakın bölgede örgüt mensuplarının da bulunması ve/veya olayın gerçekleştiği bölgede daha öncesinde silahlı çatışmalarının yaşanmasını gerekçe göstermek, asla ve asla hukukla, adaletle, yasalarla açıklanabilecek bir durum değildir. Ülkemizde 35 yıldır devam eden silahlı çatışma gerçekliğini dikkate alırsak, bu belirlemeden, milyonlarca Kürt yurttaşın yaşadığı her bölgenin her an bombalanabileceği gibi sonuca mı ulaşmak lazımdır? Dolayısıyla, bir yandan 'örgüt mensubu veya kaçakçı oldukları değerlendirilen' deyip; sonrasında da savaş uçaklarıyla bombalama yapanların kasıtla değil de taksirle hareket ettiğini söylemek, çok ciddi bir çelişkidir."
'4 ayrı bombardıman zaten öldürme amaçlıdır'
"İlki saat 21:40 ve sonuncusu ise 22:24 olmak üzere dört ayrı bombardımanın yapıldığı sonucuna varılırken, yetkililerin cezalandırılması konulu iddianame hazırlayarak yasaların kendisine verdiği görevini yerine getirmek yerine, savcılığın, 'görevi kötüye kullanmak' ve 'taksirle ölüme sebebiyet' gerekçesiyle görevsizlik kararının verilmesi, hiçbir hukuki kaideyle açıklanamayacak kadar büyük bir vahameti içermektedir" denilen itiraz dilekçesinde "Savaş uçaklarınca 44 dakika içerisinde dört ayrı bombardıman gerçekleşmesi, zaten öldürme amaçlı olduğunu ispatlayan bir durumdur. Nitekim sadece bir bombardıman gerçekleşmiş olsa idi, bugün belki de 'taksir'den bahsedebilirdik. Ancak 44 dakika gibi uzun bir sürede gerçekleşen dört ayrı bombalamanın, bilmeden yapıldığına hiç kimsenin inanmayacağı açık bir durumdur. Dolayısıyla, çoğu çocuk, 38 kişilik sivil bir grubun aynı anlarda oradan geçtiğini bilen askeri yetkililerin 'özensiz davranarak bombalamayı' gerçekleştirdiğini belirtmek de hukukun tahammül edemeyeceği başka bir özensizliktir. Ortada, kutsal ve dokunulmaz olan bir yaşam hakkı ihlali söz konusudur. Hafif sonuçları olan bir suç varmış gibi özensiz, etkisiz, yetersiz soruşturma yürütmek; böylelikle sorumluların 'suçunu hafif göstermeye çalışmak' hukukta karşılığı olan bir durum değildir. Yine, 'eylemi gerçekleştirenlerin asker kişi olması ve eylemlerinin askeri bir hizmet kapsamında işlenmiş olması nedeniyle' belirlemesiyle savcılığın görevsizlik kararı vererek, Genelkurmay Askeri Savcılığı'na göndermesi kabul edilebilecek bir durum değildir. Eylemi gerçekleştirenler asker kişi olabilir, ancak sivil insanların dört ayrı bombardımanla öldürülmesi 'askeri bir hizmet' olamaz. Olayın yaşandığı sınırda, kaçakçılıkla uğraşan sivillerin geçiş yaptığı tüm yetkililerce bilinen bir durum olduğundan, bu bilgi hiç yokmuş gibi davranarak böylesi bir sonuca varmak, asla mümkün değildir" ifadelerine yer verildi.
'Emri veren sadece asker değil sivil hükümet de vardır'
Cumhuriyet Savcılığı'nın kararını eksik soruşturma sonucu verdiği vurgulanan itiraz dilekçesinde devamla şu belirlemelere yer verildi: "İHA görüntülerini inceleyen birimlerin, sınıra yaklaşan grupların 'örgüt üyeleri veya kaçakçı vatandaşlarımız' olduğu değerlendirmesine varırken; öte yandan da dört ayrı bombardıman sonucu ölenlerin 17'si çocuk, 34 sivil yurttaş olduğuna atıfta bulunmak, soruşturmanın eksik yürüdüğüne delalettir. Çünkü hangi somut delille gelenlerin 'sivil olmadıkları sonucuna ulaşıldığı' belirtilmemektedir. Gizlilik kararı devam ettiği için de, hangi kişi ve/veya kurumlardan beyan alındığını da bilememekteyiz. Eğer yetkililerin salt beyanlarına dayanarak böylesi bir sonuca ulaşılmışsa; itiraza konu kararın başında belirtilen 'sınırdan içeri girenlerin örgüt üyesi veya kaçakçı olduklarının' bilinmesi meselesi ne kadar detaylandırılmıştır; bunu da bilememekteyiz. Sadece beyanlar ele alınarak bir inceleme yapılması mümkün değildir. Oysaki suçun unsurlarının değerlendirilebilmesi için suça konu olayın bir bütün içinde değerlendirilmesi, hangi yetkiler kullanılarak bombardımanların yapıldığının araştırılması gereklidir. Suçun manevi unsurunun var olup olmadığı; salt beyanlarla anlaşılabilecek bir durum değildir. Kaldı ki tüm dünyanın infialle izlediği böylesi bir olayda, sorumlu olan yetkililerin beyanlarında, 'evet kasten öldürdük' demeyecekleri aşikardır. Bunun dışında, İHA görüntülerini inceleyen birimlerin içinde askeri birimlerin yanı sıra MİT görevlileri de bulunmaktadır. Sınır dışı operasyon emrini de hükümet verebildiğine göre, salt asker şahısların sorumluluğu baz alınarak soruşturma dosyasının Genelkurmay Askeri Savcılığı'na gönderilmesi; failleri gizlemeye yöneliktir. Dolayısıyla müşteki vekilleri olarak, 18 ay boyunca tarafımızdan belge ve bilgilerin gizlenmesini, soruşturmanın eksik yürütülmesine bağlamaktayız. Bu nedenle görevsizlik kararının kaldırılması gereklidir."
'O zaman hangi askerler yaptı tespit edilsin'
Suça konu fiillerin TCK'da karşılığı olan "Öldürme ve yaralama" suçları olduğu ve salt Askeri Ceza Kanunu'nda tanımlanan suçlardan olmadığı belirtilen dilekçede, "34 sivil yurttaşımızın öldürülmesi ve bir yurttaşımızın da yaralanması suçları, Askeri Ceza Yasası dışında tanımı yapılmamış suçlar değildir. Tam aksine TCK'da tanımlanmış suçlar olup, soruşturma görevli savcılık makamı, Genelkurmay Askeri Savcılığı olamaz. Söz konusu itiraza konu görevsizlik kararının son bölümünde, 'eylemi gerçekleştirenlerin asker kişi olması' gerekçesinden bahsedildiğine göre, hangi asker kişilerin, 34 sivil köylünün öldürülmesi olayına karıştığının da isimleriyle birlikte belirtilmesi gerekmektedir. Görevsizlik kararının içeriğinde tek bir şüpheli isminden veya verdikleri ifadelerden bahsedilmemesi manidardır. Sadece yaralı şahıs ile maktullerin yakınlarının ifadelerini alındığından bahsedilmektedir. 18 ay boyunca süren bir soruşturmada alınan şüpheli ifadesi yoksa; neye göre bu karar verilmiştir. Bu sorunun acilen yanıtlanması gerekmektedir. Ceza soruşturmasında, şüpheliler belirtilmeden neye göre görevsizlik kararı verildiği konusu, araştırılmaya muhtaçtır. Ayrıca sınır ötesi savaş uçağı bombardımanları sonucu gerçekleşmiş bir olay söz konusudur. Sınır dışına operasyon yetkisi, yasalarımıza göre Meclis tarafından hükümete verilmiştir. Sınır dışına yapılan bir operasyon ancak ve ancak hükümet talimatı ve onanıyla yapılabileceğine göre, 34 sivil yurttaşın öldürülmesiyle ilgili hükümet yetkilileriyle ilgili soruşturma yapılmadan görevsizlik kararı verilmesi; soruşturmanın etkisiz, yetersiz ve yanlı yürütüldüğünün ispatıdır. Nitekim görevsizlik kararının 3. paragrafında, bilgi ve belge istenilen askeri kurumların dışında ayrıca MİT Müsteşarlığı'ndan da bilgi istenildiği açıkça belirtilmektedir. O halde, MİT yetkililerinden bu konuyla ilgili alınan ifadeler ve bilgilerin de söz konusu kararda yer alması gerekirdi" denildi.
Dilekçede, yaşam hakkı gibi son derece kutsal ve dokunulmaz olan bir hakkın devlet görevlileri tarafından ihlal edilmesine rağmen, 18 ay sonra ortada bir askeri suç varmış gibi görevsizlik kararı verilmesinin bir hukuk devletinde olmaması gereken bir şey olduğu belirtilerek, bu kararla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tüm maddelerinin ihlal edildiği vurgulandı. AİHM'in bu konuda verdiği birçok karar olduğu kaydedilen dilekçede, savcılığın mevcut kararının kaldırılarak, failler hakkında kamu davasının açılması talep edildi.
Yalçındağ: İç hukukta sonuç alamazsak uluslararası hukuka başvururuz
Yaptıkları itirazı değerlendiren dosyanın müşteki avukatlarından Av. Reyhan Yalçındağ, savcılığın verdiği kararın tamamen hukuksuz bir karar olduğunu söyledi. Katliam soruşturmasının başından bu yana dosyanın kendilerine kapatıldığını vurgulayan Yalçındağ, "Biz sonuna kadar bu davanın takipçisiyiz. Gereken tüm hukuki yolları deneyeceğiz. Ulusal tüm hukuk mekanizmalarını zorlayacağız. Ancak iç hukuk içerisinde taleplerimiz yerine getirilmezse, bu davayı uluslararası mekanizmalara götürme konusunda da tereddüt etmeyeceğiz" dedi. Roboski'nin katliamının aydınlatılmasının Türkiye için önemli bir sınav olduğunu sözlerine ekleyen Yalçındağ, "Siz bu davayı aydınlatamıyorsanız o zaman barıştan da bahsedemezsiniz. Roboski aydınlatılmazsa, bu halkın devletin hiçbir hukuk mekanizmasına güveni kalmaz. Bu nedenle ivedilikle bu dava aydınlatılmalı, usulüne uygun soruşturma yürütülmelidir" diye konuştu.