Bu hayat bir güzel insanı daha aramızdan alıp götürdü. Yıllarını insan hakları mücadelesine adayan ve bu uğurda hiçbir tehlikeden kaçınmayan bir insan hakları savunucusu. Yıllarca çok direndi. Zalime, zulüm edene, peşini bırakmayan cellatlara çok direndi. Direndi ama şu kanser illetinden bir türlü kurtulamadı. Birçok sevdiğimizi aramızdan alan hastalık, yaşam dolu, güzel insan, büyük insan hakları savunucusu Rıdvan ağabeyi de aramızdan aldı. Mekanı cennet olsun.
Rıdvan Kızğın’ı tanıyanlarınız bilir… Daha gençlik yıllarında başkaldırmıştı sistemin kirli yapısına. Yaşama atılırken, solcu-Kürtçü bir genç olarak, bu ülkenin doğusunda yaşananlara isyan bayrağını çekmişti. 70’li yıllar hareketlidir her açıdan. Bu hareketlilik yaşamını sürdürdüğü Bingöl’ün Solhan İlçesi’ne de yansımıştı. Elbet bu dönemde her Kürdün karşılaştığı, baskı, zulüm ve işkencelerden nasibini almıştı O da.
Yaşam onu çok yormuştu vakti zamanında. Ama hep delikanlıydı yine. Her zaman yaşama tutunmayı bilirdi. Bingöl’de birkaç ayı bulan birlikteliklerimizde görünür kılardı bu yönlerini. Her olumsuzluğa karşı bir isyanı vardı. Haksızlığı kabul etmezdi. Belki bu nedenledir insan hakları savunuculuğu kimliğini kazanması. 2001 yılında İHD Bingöl Şubesi’nin kuruluşu gerçekleştirdiğinde, belki de çok güven veren bir pozisyonda değildi. Ama kısa sürede çok sayıda hak ihlalinin üzerine korkusuzca gidebilmeyi bildi. Nitekim başta halka yapılan baskı ve zulme, o halk adına karşı koydu. Baskı ve sindirme politikalarının yoğun yaşandığı bir bölgeydi Bingöl. Burada hak savunuculuğu yapmak elbette yapılacak en zor işlerden biriydi. Kendisi bunun farkındaydı. Buna rağmen hiçbir zaman yaptığı işten geri adım atmadı.
Hayat hikayesine geri dönersek;
Bingöl’ün Solhan İlçesi’nde ziraat teknisyeni olarak çalışıyordu. 12 Eylül 1980 askeri darbesi geldiğinde o da ilk uzun gözaltı sürecini yaşayacaktı. 26 gün boyunca gözaltında tutulurken, kendisine en ağır işkenceler yapılması da ihmal edilmemişti. Hiçbir zaman sıradan bir memur hayatı seçmemişti. Bu nedenledir ki başı hiçbir zaman beladan kurtulmazdı. Askeri darbenin ardından tekrar gözaltına alınmıştı ve kendisinden 45 gün boyunca hiçbir haber alınamamıştı. 1983 yılına gelindiğinde hayatında yeni bir dönem başlıyordu. Türkiye’nin içinde bulunduğu karmaşık siyasal sürecin içinde bir kez daha gözaltına alınacaktı. Ve bu gözaltı aynı zamanda onun memurluk hayatına da son verecekti. Gözaltından çıktıktan sonra dönemin Sıkıyönetim Bakanlığı tarafından kendisinin görevden alındığı bildirilir. Tabi ki bu da onun için zorlu yılları beraberinde getirmişti. Ama ideallerinden hiç vazgeçmeyerek, dönemin SODEP, SHP gibi sol partilerinin yaşadığı Solhan ilçesine girmesine ön ayak olmuştu.
1991 yılında Danıştay’a yaptığı itirazın kabul edilmesiyle dönüş yaptığı memuriyet hayatında bu kez de sürgünle tanışmıştı Rıdvan ağabey. Kürt özgürlük hareketinin büyük bir sıçrama gösterdiği 90’lı yıllarda elbet Aksaray gibi bir yer, zor yaşanabilecek kentlerin başında geliyordu. O da zaten birebir yaşadı bu zorlukları. Servis otobüsüyle işe giderken, yanındakilerin Kürtlere küfür etmesinden tutalım, okumaya başladığı Aksaray Meslek Yüksekokulu’nda sırf Kürt olduğu için derslerden bırakılmasına kadar çok sayıda ırkçı saldırının hedefi olmuştu. Ama O, bu baskıyı kırmak için ertesi zamanlarda servis otobüsünde Gündem Gazetesi’ni çarşaf çarşaf açarak okumasını bilecek kadar yürekli ve asi ruhluydu. Bu yönü yaşadığı bu kentin insanlarını da kısmen dize getirmesini bilmişti. Hatta derslerinden kalmasını da içine sindiremeyerek İdare Mahkemesi’ne açtığı davayı kazanmış ve derslerinden geçmişti. Bu yönü haksızlığa maruz kaldığını düşünen birçok öğrenciye örnek olur.
Asi ruhlu hak savunucusuydu
Emekliliğin ardından bu asi ruhuydu kendisini insan hakları savunucusu yapan. Bingöl’de İHD’yi kuruş amacı da buydu. Çünkü haksızlıkların ve hak ihlallerinin önüne büyük bir direnç göstererek karşı durulabileceğini düşünürdü hep. Ve bunu yapardı da;
Karlıova‘da askeriyenin köpekleri tarafından öldürülen Gazal Beru olayının üzerine giderek olayı aydınlatması, 21 HPG‘linin kimyasal silahla öldürülmesi olayını kamuoyunun gündemine taşıması, kontrgerilla tarafından kaçırılan Selahattin Öge olayı ve orman yakmalar gibi daha birçok olayın açığa çıkarılmasını sağlaması, söylediğimize birkaç örnektir. Tabi bu yönü onu kısa zamanda hedef haline de getirmişti. Artık tehdit ve baskılar günlük yaşamın bir parçası haline gelmişti. Tehditler sadece kimliği meçhul kişilerle sınırlı kalmıyordu. Bizzat İl Jandarma Komutanı’nın yaptığı akıl almaz tehditler, bu kentte insan hakları savunucusu olmanın ne kadar zor olduğunu açıklar nitelikteydi. Sadece komutan mı? Daha derneği açtığı ilk yıl olan 2001 yılında varlığına tahammül edemeyen dönemin valisi Tamer Ersoy, skandal bir karara imza atarak, “İHD Şube Başkanı’nı görevden aldığını” açıklamıştı. Açıklama tüm çevreleri şok etmişti. Çünkü ilk kez bir vali sivil toplum örgütü temsilcisini görevden alma hakkını kendinde görüyordu. Her ne kadar yaptığı hukuki yanlışı görüp, kararını geri alsa da, burada asıl amaç bir gözdağıydı.
Meşhur valilerimizden Hüseyin Avni Coş da, Bingöl hizmeti sırasında hiç haz etmezdi Rıdvan ağabeyden. Birçok kez onu hedef gösteren söylem ve eylemlerden kaçınmazdı. Birkaç keresinde Rıdvan ağabeyle birlikte nasibimizi almıştık Vali Coş’un tehditlerinden. Tüm bu tehditler kendisine koruma tahsis edilmesine kadar varmıştı. Her ne kadar korumaları atlatmak için envai türden yola başvurarak, köşe kapmaca oynasak da, Allah var adamlar görevlerini iyi yapıyordu. Tabi polis korumalara rağmen, tehdit ve baskıların önü kesilemiyordu bir türlü.
Davalar ve sonrası cezaevi
Ama o yine de yılmadı. Söylememeye, açıklamaya, raporlamaya devam etti. Hep söyledi, hep açıkladı. Her ay, her yıl açıklardı hak ihlallerini. Bu sayede bölge insanına bir nebze de olsa güven geliyordu. Artık insanlar Rıdvan Kızğın’ın varlığından haberdardı ve başları sıkıştığında başvuracak bir yerleri olduğunu biliyordu.
Ama karşısındaki ceberut devlet de boş durmuyordu; Şube Başkanlığı yaptığı dönemde hakkında tam 107 soruşturma, 67 dava açılmıştı. Rekor düzeydeki bu rakamlar, bir süre sonra cezaya da dönüşecekti elbet… Nitekim 2002 yılında yaptığı bir açıklama nedeniyle tutuklanarak cezaevine konulmuştu. 55 gün yattıktan sonra tahliye oldu ama yatacağı cezalar bu kadarla sınırlı değildi. 2008 yılına gelindiğinde hakkında kesinleşmiş başka bir ceza nedeniyle Bingöl M Tipi Kapalı Cezaevi’ne girdi. Bir yıl süreyle Bingöl ve Erzurum’da hapiste yattı.
Hasta yatağında cezaevi tehdidi
Rıdvan ağabeyi yaşamdan koparmaya hazırlanan süreci de başlatmıştı cezaevi yılları. 2009 yılında tahliye olduktan kısa bir süre sonra vücudunda peyda olan rahatsız edici şişlikler onu hastanelere sevk etmişti. Yapılan çeşitli patolojik inceleme sonucu “akciğer kanseri” tanısı konmuştu. Ancak onu hasta yatağında, ölüm döşeğinde bile rahat bırakmadılar. Daha önce aldığı bir ceza Yargıtay tarafından onanmıştı. Haberi bulunduğu hastanede aldı. Yıllar boyu çeşitli şekillerde peşini bırakmayan ceberut devlet, onu tekrar cezaevine koymaya kararlıydı. Ağır hastalığına rağmen, O’nu hastaneden alıp cezaevine koymayı istiyorlardı. Bunun için iki polis sürekli hastane kapısında nöbet bekliyordu. Yapılan hiçbir girişim, hiçbir başvuru sonuç vermiyordu. Doktorların defalarca “ölüm riski vardır” demelerine rağmen, ailenin ceza ertelemesi talebi gerçekleşmedi. Hasta yatağında da sistemin korkulu rüyasıydı O. Ve hep öyle de kalacak.
Kansere rağmen yaşama tutunmayı biliyordu
Evet kansere yakalanmıştı Rıdvan ağabey. Ama kansere rağmen yaşama tutunmayı biliyordu O. Neşesinden, asi ruhundan, insan severliğinden bir şey kaybetmemişti. Her görüşümüzde bize moral vermeyi bilmişti. En önemlisi de yıllarını verdiği derneğine, İnsan Hakları Derneği’ne olan bağlılığıydı; Yaşama veda etmeden 10 gün önce onu ziyaret ettiğimiz hasta yatağında bu bağlılığını tekrarlamıştı; “Dileklerimin bazıları yerine geldi diyebilirim. Ama en çok da İHD’nin 25’inci yıldönümünü görmeden ölmek istemiyorum” deyivermişti.
İHD 17 Temmuz’da bir çeyrek asrı geride bırakırken, o bu günleri görmenin kıvancı içerisindeydi. Artık nefes alamaz duruma geldiği 17 Temmuz gecesi kızı Rojda’ya derneğin kuruluş yıldönümü vesilesiyle şu çarpıcı cümleleri yazdırıvermişti;
“İHD’nin 25. Kuruluş yıldönümünü doğuştan hiçbir varlığın sahip olmadığı onur ve haysiyetine yaraşır bir yaşam dileğiyle kutlarım. Bu kadar mücadele eden ve bu kadar bedel ödeyen bir kurumun bugünlere gelmesi çok anlamlı. Her ne kadar mücadelede ödenen bedeller ağır olsa da, yaşam ve özgürlük yine de uğruna ölecek kadar güzeldir.
Bir arkadaşınız olarak yıllarca birlikte mücadele ettik. Daha nice yıllar birlikte devam etmeyi çok isterdim…
En büyük arzularımdan bir tanesi İHD’nin onurlu mücadele saflarında “hep birlikte mücadeleye devam” deyip ölürken bile herkese bunu göstermekti. Bu nedenle kuruluşumuzun 25’inci yıldönümünde o karenin içerisinde olmayı çok isterdim. Fiziken aranızda olmasam da tüm benliğimle aranızda olacağıma eminim.
Bu mesajım size ulaşırken hastalığım nedeniyle yaşanacak fiziki bir engel yoksa mutlaka sizinle birlikte olmayı düşünüyorum. Aksi durumda ise “kaderimiz” der geçeriz. Kuruluşunun 25’inci yıldönümünde bütün İnsan Hakları Derneği camiasını tek tek kutlar, nice uzun yıllar dilerim.
Saygılarımla…”
Evet… en büyük arzularından biri uğruna ölümleri göze aldığı insan hakları mücadelesinde “Mücadeleye devam” diyebilmekti. Ama bu illet aldı onu aramızdan. Geride, mücadeleyle geçen bir ömür bıraktı arkasından. Ve tabi kendisini hiç unutmayacak ve çok özleyecek bizleri. Ruhun şad olsun Rıdvan ağabey, mekanın cennet olsun…
Ölümünün ardından Serdar ALTAN’ın Rıdvan Kızgın için kaleme aldığı veda yazısı…