MARDİN - İHD Diyarbakır ve Mardin Şubesi ile Mardin Barosu, yaptıkları incelemeler sonucunda Nusaybin-Qamişlo arasında yapılan "utanç duvarı"na ilişkin hazırladıkları raporu açıkladı. Resmi makamların açıklama yapmaktan kaçındıkları için yapılmak istenen duvarın "farklı emeller içerdiği sonucuna varıldığının" vurgulandığı raporda, söz konusu duvarın Türkiye'de halen devam eden "Demokratik çözüm" sürecine de ciddi anlamda zarar vereceğini vurgulandı.
İHD Diyarbakır ve Mardin Şubesi ile Mardin Barosu, Nusaybin - Qamişlo arasında yapılan "utanç duvarı"na ilişkin hazırladıkları inceleme raporunu kamuoyuna açıkladı. Türkiye ve Suriye'nin Rojava bölgesi arasında "utanç duvarı" diye tabir edilen sınır duvarlarının örüldüğünün belirtildiği raporda, sınır bölgesinde bulunan ve daha çok sınırları birbirine yakın Nusaybin-Qamişlo, Ceylanpınar-Serêkanîyê, Şenyurt-Dirbesîyê, Kilis-Afrin kentleri arasına yapıldığı gözlenen duvarların bölge genelinde yarattığı rahatsızlık üzerine insan hakları heyeti olarak Nusaybin'de duvarların örüldüğü yerde gözlem yapma ihtiyacı hissedildiği belirtildi.
'Sınırlar, korkunun yansımasıydı'
Raporun değerlendirme kısmında, 1921 Ankara Antlaşması ile belirlenen ve 1923 Lozan Antlaşması ile kesinleşen Türkiye-Suriye sınırı, Kürt coğrafyasının egemen güçler tarafından parçalanışının bir resmi olduğunun ifade edildiği raporda, "Ancak aradan geçen bir asra yakın zamanda bu sınırların suni sınırlar olduğu yaşanan pratiklerle gözler önüne serilmiştir. Kürtler, etraflarına örülen tel örgülü sınırlara rağmen, bir halk olarak var olduklarını her fırsatta ispatlamış, sınır ötesi birliktelikleriyle sınırları anlamsız hale getirmişlerdir. Türkiye ile Suriye arasında Kürt coğrafyasını bölen sınırlar, bir korkunun yansımasıydı. Bundandır ki, Kürtleri ayırmak amacıyla sınırda tel örgüler çekilmekle kalınmamış, devasa büyüklükte bir tampon bölge oluşturularak, neredeyse bir Kıbrıs adası büyüklüğünde mayınlı bir bölge oluşturulmuştur. 1956 yılında Demokrat Parti döneminde döşenen 600 binin üzerinde mayının döşendiği bu araziler, yıllar boyu sınır bölgesinde yaşayan halk için ölüm tarlaları haline gelmiştir. Binlerce Kürt, sınırın öte yakasındaki akrabalarıyla buluşmak isterken veya sınır ticareti yapmak isterken bu mayınların kurbanı olmuştur" denildi.
'Mayınların temizlenmesi yerine 'utanç duvarı'
Raporda, Türkiye, sınırlardaki mayınlı arazileri temizlemek amacıyla 1 Mart 1999 tarihinde yürürlüğe giren anti-personel mayınlarının kullanılması, stoklanması, üretilmesi ve transferinin yasaklanması ve imhasına dair sözleşme olan Ottowa Sözleşmesi'ne uzun süre direnmesine rağmen 2003 yılında bu sözleşmeye imza attığı da hatırlatıldı. Raporda buna ilişkin olarak da "Ancak, sözleşmenin gereği olarak 2004 yılında temizlenmesi gereken mayınlı araziler, aradan 10 yıl geçmesine rağmen halen mayınlardan arındırılmadı. Türkiye ile Suriye arasında temizlenmemiş mayınlı araziler halen orta yerde dururken ve bu durum büyük bir risk taşırken, bunun daha da ötesine geçerek, sınır hattına duvar örülmeye çalışılması, sınırın iki yakasındaki aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip halkı bir kez daha darbelemeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle biz bu duvarın adını 'Utanç Duvarı' koyuyoruz" ifadeleri yer aldı.
'Valilik ve kaymakam görüşmek istemedi'
Yine halkın yoğun tepkisi üzerine Nusaybin-Qamişlo sınırında incelemelerde bulunulduğu ve sınırda yapılan duvara ilişkin ise, sınır bölgesinde yaşayan halk ve Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan ile görüşüldüğünün ifade edildiği raporda, bölgede görevli devlet yetkilileri ile görüşme gerçekleştirilemediğine yer verildi. Heyetin Nusaybin Kaymakamı Abdulhalim Can ile yapmak istediği görüşme, kendisinin il dışında olduğunu ve konuyla ilgili açıklama yetkisinin olmadığını gerekçesiyle gerçekleşmezken, Mardin Valiliği ile yapılmak istenen görüşme ise valiliğin randevu vermemesi üzerine yine gerçekleşemedi.
Raporun tespit kısmında şu hususlara dikkat çekildi:
"* Nusaybin ilçesi ile Qamışlo sınırı arasında bulunan ve Mitanni Kültür Merkezi'nin yaklaşık 500 metre mesafesinde bulunan sınır hattında, dikenli tellerin arkasında, askerlerin patika yol olarak kullandığı alanda takriben 12 milimetrelik demir çubukların yükseldiği bir beton temelin atıldığı, temele ait demirlerin 3 metre civarında yükseldiği görülmüştür.
* Başlangıç noktasından itibaren yaklaşık olarak 1000 metre uzunluğunda temel çukurlarının kazıldığı tespit edilmiştir. Ancak heyetimizin incelemesi sırasında herhangi bir çalışmanın yapılmadığı görülmüştür.
* Yapılmak istenen duvarın bölgede ciddi bir huzursuzluk yarattığı, özellikle duvarın örüldüğü bölgede sınırın her iki yakasında yaşayan halkın, büyük öfke ve tepki duyduğu incelemelerimiz sırasında yöre halkıyla yaptığımız görüşmelerde de ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu duvarın ilçede ve bölge genelinde gerginliklere de kapı araladığı tespit edilmiştir."
Raporun kanaat ve sonuç kısmında ise, şunlar ortaya konuldu:
"* Konuya ilişkin resmi makamların açıklama yapmaktan kaçınmaları, yapılmak istenen duvarın farklı emeller içerdiği sonucuna varılmıştır.
* Yapılmak istenilen duvarın, savaş koşullarının yaşandığı Suriye ve Rojava'daki durum da dikkate alındığında, uluslararası alanda meşruiyeti olmadığı açıktır.
* Söz konusu duvarın Türkiye'de halen devam eden 'Demokratik çözüm' sürecine de ciddi anlamda zarar vereceği kanaatine varılmıştır. 'Güvenlik' gerekçesinin insani gerekçelerden üstün tutulmaması gerektiği bilinmelidir.
* İnşa edilmek istenen bu duvarın daha önce dikta rejimler tarafından yönetilen bazı ülkelerde yapılan ve halkları birbirinden ayırmayı amaçlayan bir yapı olduğu kanaatine varılmıştır.
* Türkiye'nin saldırıların pençesindeki Rojava halkına sıkı bir ambargo uygulaması ve Kürtlere karşı çetelere destek vermesinin çok yoğun bir kamuoyu tepkisine yol açtığı bir dönemde, bu girişimlerine bir de güvenlik duvarı gibi insanlık tarafından mahkum edilmiş bir olayı eklemesi anlaşılır bir durum değildir. Bu girişim Türkiye hükümetine yönelik tepkilerin daha da artmasına neden olmuştur."