BASINA VE KAMUOYUNA - 2017 Yılı İlk 6 Ay Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi İnsan Haklari İhlalleri Raporu'na ilişkin basın metni

21.07.2017

Değerli Basın Mensupları,

İnsan Hakları Derneği Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2017 Yılı İlk 6 ay İnsan Hakları İhlalleri Raporunu açıklamak üzere bir aradayız.

Türkiye’nin yakın tarihinde gerçekleşen askeri darbe örneklerinden de anlaşılacağı üzere; askeri darbeler veya girişimleri, toplumların demokratikleşme çabalarına karşı açık tehdit ve bir saldırı biçimi olarak ortaya çıkarlar. Maalesef geçtiğimiz yıl Türkiye, 15 ve 16 Temmuz günlerinde İstanbul ve Ankara merkezli gerçekleşen ve başarısızlıkla sonuçlanan askeri darbe teşebbüsüne maruz kaldı. Sene-i devriyesinde, darbe girişimi sırasında yaşamını yitiren yurttaşları saygı ile anıyor, insan hakları savunucuları olarak her zaman darbelere karşı olduğumuzu vurgulamak istiyoruz.

Ancak askeri darbelere karşı olmak kadar, askeri darbe tehditlerine karşı mücadele etmek ve bu mücadelede doğru yöntemleri belirlemekte bir o kadar hayati bir durumdur. Askeri darbeler demokrasiyi ne kadar hedef alıyorsa; askeri darbe tehditlerine karşı mücadele yöntemlerinde de, toplumsal yaşamda hukukun üstünlüğünü koruma, demokratikleşmeyi sağlama ve insan haklarına saygının geliştirilmesi daha fazla hedeflenmelidir. Ancak, mevcut siyasal iktidarın askeri darbe tehditlerine karşı geliştirdiği yöntemler, şayet askeri darbenin gerçekleşme imkânı bulması halinde oluşturacağı tahribatlar kadar toplumsal yaşamımızda olumsuz ve kötü sonuçlar yarattığını ve halen bu yöntemlerde ısrar edildiğini açık bir şekilde ifade etmek isteriz. Geçtiğimiz yıl askeri darbenin hemen ardından ülke genelinde ilan edilen ve ilan edilişinden bu yana bugün itibariyle bir yılını geride bırakan OHAL, toplumsal yaşamımızda hukuk, demokrasi ve insan hakları konularında onarılması güç tahribatlar oluşturmuştur. Bu süreçte ‘terörle mücadele’ adı altında gerilimi besleyen çatışma ve şiddete dayalı politikalar üretilmiş, iç ve dış politikada Türkiye istikrarsızlığa sürüklenmiştir.

Aynı şekilde ağırlıklı olarak bölgemizde daha fazla görünür olan ve yaygın bir hal alan çatışma ve şiddet ortamı, tüm hızıyla devam etmektedir. Yaşanan askeri operasyonlarda, meydana gelen silahlı çatışmalarda ve patlamalarda, günaşırı insanlar yaşamını yitiriyor. Yine askeri operasyonlardan kaynaklı, 90’lı yılların uygulamalarını aşan boyutlarda insan hakları ihlalleri gündeme gelmektedir.

Yine ne yazıktır ki biz insan hakları savunucuları da, insan hakları mücadelesini kriminalize etmeyi amaçlayan baskıcı yönelimlerle karşı karşıyı bulunmaktayız. Bir yandan yayınladığımız insan hakları ihlalleri raporlamaları adeta bir suçmuş gibi hedef gösterilirken, diğer yandan da hak savunucuları ve aktivistler haksız gözaltı uygulamalarına maruz kalmakta, haklarında absürd gerekçelerle soruşturma ve davalar açılmaktadır. 5 Temmuz’da İstanbul Büyükada’da toplantı halindeki insan hakları savunucularına, ihbar adı altında inanılması güç suçlamalarla gözaltı işlemi yapılmıştır. 12 günlük gözaltı süresinin ardından da, çıkarıldıkları adliyede 10 hak savunucusu arkadaşımızdan 6’sı tutuklanmıştır.

Değerli Basın Emekçileri,

Diyalog dışı çözüm yöntemlerde ısrarın bir sonucu olarak, bu gün bölgemizde toplumsal yaşamı derinden etkileyen korkunç ve acı bir çatışma tablosuyla karşı karşıya bulunmaktayız. Siyasal iktidarın tekçi ve siyasal çözüm kanallarını tıkayan siyaseti sebebiyle, toplumsal yaşamda barış ve çözüm umutları maalesef tükenmiş bulunmaktadır. 90’lı yıllardan bu güne denenmiş ancak sonuç vermemiş şiddete ve çatışmaya dayalı politikalar, gerisinde can kayıpları bırakıyor, toplumumuzda telafisi imkânsız yaralar açıyor.

Dünya örneklerinden de deneyimlendiği gibi, çatışma ve şiddetin sona ermesinin, yani toplumsal barışın sağlanmasının tek yolu, sorunu diyalog ile müzakere etmektir. Bunun zemininin oluşması içinde, siyasal kanalların açık tutulması ve doğru yöntemlerle kullanılmasıdır. 2013-2015 yılları arasında çözüm için geliştirilen politika ve deneyimler, böyle bir sürecin nasıl geliştirilebileceği açısından, yakın bir zaman dilimi olması bakımından hayli öğreticidir. Bu vesileyle bizler buradan bir kez daha, çatışma ve şiddet ortamının son bulması için, PKK’nin eylemsizlik ilan ederek saldırılarına son vermesini ve yine askeri operasyonların ivedi olarak durdurulması çağrısında bulunmak istiyoruz. Çözüm için, siyasi kanallar açık tutulmalı ve sivil toplumun desteği göz ardı edilmemelidir.

Değerli Basın Mensupları;

Bölgemizde 2017 yılının ilk 6 ayında, pek çok değişik ve kategorik konularda ihlaller açığa çıkmıştır. Kısa başlıklar altında, bu ihlalleri sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Yukarıda kısaca değindiğimiz gibi bir yılını geriden bırakan ve halen devam etmekte olan OHAL, pek çok kategorik konularda insan hakları ihlallerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle yayınlanan KHK’lerle düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, ekonomik ve sosyal haklar ile kişi özgürlüğü ve güvenliği bakımdan mağduriyet oluşturan ihlaller ortaya çıkmıştır. Binlerce kamu çalışanı ve akademisyen, herhangi bir yargı kararı olmaksızın ve hukuki dayanaktan yoksun suçlamalarla ihraç edilmiştir. Basına yönelik ağır baskılar halen devam etmiştir. Bu gün 170 gazeteci ve medya çalışanın cezaevinde bulunduğu ve 200’ü aşkın gazetecinin yargılandığı ve hapis cezalarına çarptırıldığı Türkiye’de, gazetecilerin haber üretmelerine yönelik engelleyici tutumlar hala devam etmektedir. Gözaltı, tutuklama ve medya organlarının kapatılması gibi baskılar nedeniyle, binlerce gazeteci işsiz bırakılmıştır.

İfade ve örgütlenme hürriyeti de, Valilikler ve Kaymakamlıklarca alınan yasaklama kararlarıyla kısıtlanmış bulunmaktadır. Diyarbakır, Van, Urfa, Batman gibi bölge illerinde açık hava toplantıları, demokratik gösteri, yürüyüş ve etkinlikler, ‘güvenlik’ gerekçe gösterilerek süresiz veya her ay yenilenerek yasaklanmaktadır. Keyfi ve hukuki dayanağı bulunmayan bu yasaklamalara karşın, anayasanın 34. Maddesinde tanınan hakkın kullanımında ise güvenlik güçleri tarafından sert müdahalelerde bulunulmakta, bu müdahaleler sırasında yurttaşlar yaralanmakta ve gözaltına alınmaktadır.

Türkiye’de yargı organlarının siyasi söylemlerin etkisinde kaldığı ve tarafsızlığını yitirdiği fikrinin giderek geliştiği bir ortamda, haksız gözaltı ve tutuklamalarda tam hız devam etmektedir. Çoğunluğu sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek ve “yasa dışı örgüt üyeliği” “yasa dışı örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” “yasa dışı örgüt propagandası yapmak” gibi suçlamalarla gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklanmaların, kişi güvenliği ve özgürlüğünün açık bir ihlali olduğunu belirtmek istiyoruz.

Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 11 HDP’li ve 1 CHP’li milletvekilli hapishanelerde tutuklu bulunmaktadır. Sadece yapmış oldukları konuşmalar nedeniyle haksız bir biçimde hapishanelerde tutulan vekiller hakkında, onlarca yıla varan hapis cezası istemiyle davalar açılmış, kimi vekiller hapis cezalarına çarptırılmış, kimi vekillerin de vekillikleri düşürülmüştür. Şüphesiz vekillerin hapsedilmesini, çatışmaya dayalı siyasal iktidar politikalarından bağımsız olarak düşünemeyeceğimiz gibi, demokratik siyaset kanallarını tıkatan ve demokratikleşme çabalarını sekteye uğratan sonuçlara yol açtığını ifade edebiliriz.

Yine seçmen iradesine bir müdahale olarak gördüğümüz ve çoğunluğu DBP’li belediyeler olmak üzere kayyım atamaları, süreç içerisinde devam etmiştir. Belediye başkanları ve meclis üyeleri görevlerinden alınmaya, tutuklanmaya ve yerlerine kayyım atanmaya devam edilmektedir. Bugün itibariyle 103’ünden 86’sına kayyım atanan DBP’li belediyelerin 85 belediye eş başkanı da tutuklu bulunmaktadır. Bu uygulamanın, seçilmiş iradeye yönelik anti-demokratik ve hukuksuz bir müdahale olduğunu belirtmek istiyoruz.

Kayyım atamaları sonrası, belediye çalışanlarının güvenlik soruşturmasından geçirilmesi, açığa alınması, işlerine son verilmesi veya ihraç edilmesi, çalışma hayatının ve iş güvencesinin doğrudan ihlaline yol açmıştır. Eğitim ve sosyal hizmet konularında faaliyet gösteren pek çok merkez gerekçesiz bir şekilde kapatılmış, yararlanıcılar mağdur edilmiştir. Özellikle de Diyarbakır’da Kürt diliyle hizmet veren Zarokistan isimli çocuk kreşinin eğitmen kadrosunun işlerine son verilmesi ve hizmet dilinin değiştirilmesi, Kürtçe’nin kamusal alandaki kullanımına yönelik tahammülsüzlüğün bir göstergesidir. Yine kayyım atanan belediyelerde, kent meydanlarına veya muhtelif yerlere dikilen anıtların yıkılması ve yer isimlerinin değiştirilmesi, toplumsal yaşamın ortak belleğine bir müdahale olup, kesinlikle kabul edilebilir bir durum değildir.

Değerli Basın Emekçileri;

OHAL uygulamaları ve çatışmalı ortam nedeniyle bir başka hak ihlaline yol açan konu ise, özel güvenlik bölgeleri ve sokağa çıkma yasakları ilanları oldu. Kırsal yerleşim bölgelerini de kapsamına alan yüzlerce bölge askeri operasyonlar yapılacağı gerekçesiyle özel güvenlik alanı olarak ilan edilmiş, yine pek çok kez sokağa çıkma yasakları ilan edilmiştir. Yasakların ilan edildiği kırsal yerleşim alanlarında yaşayan yurttaşlar, doğal ve rutin hayat akışını sürdürememekte ve mağduriyetler yaşamaktadır. Yine operasyonların gerçekleştiği sırada operasyon alanı içerisinde bulunan yerleşim yerlerine, güvenlik güçleri tarafından baskınlar düzenlenmiş, yurttaşlar işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır. Köylerin boşaltılmak istendiği iddiaları gündeme gelmiş olup, yurttaşlar zorunlu göç mağduru olmuştur. Yine bu bölgelerde bulunan mezarlıklar, PKK militanlarına ait olduğu gerekçesiyle güvenlik güçleri tarafından tahrip edilmiştir.

Gözaltında veya gözaltı yerleri dışında, işkence ve kötü muamele vakalarında artış meydana geldiği görülmektedir. Yurttaşların fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kalması kabul edilebilir bir durum olmamakla birlikte, anayasada ve yine Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre, işkencenin mutlak olarak yasaklandığını buradan bir kez daha hatırlatmak istiyoruz! Bu insanlık dışı yöntemlere derhal son verilmeli, bu yöntemlere başvuranlar görevlerinden alınmalı ve yargı karşısına çıkarılarak cezalandırılmalıdır.

İşkencenin yaygın ve sistematik hak ihlalleri ile gündeme geldiği bir başka konu ise, hapishanelerdir. OHAL ilanı ve uygulama süreciyle paralellik gösteren hapishane ihlalleri, sürgünler, sağlık hakkı, işkence ve kötü muamele, disiplin soruşturmaları, tecrit etme, haberleşme, iletişim, aile görüşü haklarının kısıtlanması, anadili kullanma özgürlüğü gibi konularda açığa çıkmıştır. Hapishanelerdeki mahpusların mektup aracılığıyla ve gerekse de yakınlarının şubemize bizzat yaptıkları başvurularda, mahpusların sevkler sırasında çıplak arama ve fiziki işkence, kelepçeli tedavi, hastane ve revire çıkarılmama, infaz koruma memurlarının tehditlerine maruz kalma gibi konularda yaşanana mağduriyetleri ifade etmişlerdir. Altını önemle vurgulamak istediğimiz bir başka konu ise, hapishanelerde mahpusların ağırlaştırılmış tecrit uygulamalarına maruz kalmasıdır. Cezaevi yönetiminin keyfi muamelesine bağlı olarak disiplin soruşturmaları sonucunda mahpusların tek kişilik hücrelerde tecrit edilmesi, insanlık onuruyla bağdaşmayan cezai yöntemlerin devreye konulduğunu göstermektedir. Yine mahpuslara tek tip elbise giydirilmesine yönelik tasarlanan ve siyasi söylemlerle dillendirilen tasarılar, mahpusları toplumsal yaşamdan soyutlamayı hedefleyen bir başka tecrit muamelesi olup, bu tür girişimleri oldukça vahim bulduğumuzu belirtmek isteriz.

Kadınlara yönelik şiddet ve katliamlar, 2017 yılının ilk 6 ayında da bölge kentlerinde devam etti. Toplumsal yaşamımızda, kadınların sözüne-yaşam biçimine tahakküm kurmanın bir tezahürü olarak karşımıza çıkan erkek şiddeti ve şiddeti cezasızlıkla adeta ödüllendiren yargı kararları, Türkiye’de cinsiyet eşitsizliği sorununu daha da derinleştirmektedir. Karar verici mekanizmaların kadına yönelik artış gösteren şiddet karşısındaki duyarsız tavrı, yine siyasal iktidar mensuplarının öteden beri kadın haklarını tehdit eden ayrımcı ve ötekileştirici söylemleri, sorunun derinleşmesine daha fazla katkı sunmaktadır.

Aynı şekilde çocuklara yönelik şiddet ve hak ihlalleri, bu süre içerisinde devam etti. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra yurt, okul gibi kapalı kurumlar başta olmak üzere toplumsal yaşamda çocuklara yönelik artış gösteren cinsel istismar vakaları dikkat çekmektedir. Yine çatışmalı ortamların varlık gösterdiği bölgelerde sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu da, çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine tanıklık ediyoruz. Çocukların haklarını güvence altına alan koruyucu yasaların yetersizliği dikkat çekmektedir. Yasa yapıcı mekanizmaları ve hükümeti, çocuk haklarını korumaya ve geliştirmeye yol açacak değişiklikleri yapmaya ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirmeye davet ediyoruz.

Önemle değinmeyi gerekli gördüğümüz bir diğer konu ise, sivil yerleşim alanlarında güvenlik güçlerine ait zırhlı araç çapması sonucu gerçekleşen kazalar ve meydana ölüm-yaralanma olaylarıdır. 2017 yılının ilk 6 ayında meydana gelen zırhlı araç çarpmaları sonucunda, 4’ü çocuk 12 yurttaş yaşamını yitirdi, 20’yi aşkın kişi ise yaralandı. Özellikle OHAL’in ilanıyla ve bölgedeki çatışmalı ortamın etkisiyle, kent merkezlerinde ve diğer yerleşim bölgelerinde bulunan zırhlı araç sayındaki artış dikkat çekerken, araç sürücüsü güvenlik personelinin süratli ve dikkatsiz kullanımı bu tür kazaların oluşumuna neden olmaktadır. Olaydan sorumlu araç sürücüsü güvenlik personelleri hakkında, adli ve idari etkin soruşturmalar yapılmaması da, bu olayların devam etmesinin bir başka nedeni olarak ortaya çıkmaktadır.

Bildiğiniz gibi Diyarbakır’ın Merkez Sur ilçesinde bulunan Alipaşa ve Lalebey mahallelerinde, kentsel yeniden dönüşüm kapsamında tescilli yapıların dışında kalan 850’yi aşkın yapının yıkılması kararlaştırılmıştı. Evleri istimlak edilen hak sahipleri, mağduriyetlerinin karşılanmaması gerekçesiyle mahallelerden ayrılmayı reddetmiş, ancak buna rağmen yıkımlara başlanmış ve yıkım çalışmaları sırasında elektrik ve su şebekelerinde kesintiler yapılmıştı. 01 Haziran 2017 tarihinde Diyarbakır Tabip Odası’yla birlikte ilçede yapmış olduğumuz incelemelerde, zorla tahliyeler için öngörülen tedbirlerin hayati nitelikte insan hakları ihlallerine yol açabileceği uyarısında bulunmuştuk. Bu nedenle yetkililer ve hak sahipleri arasındaki sorunun çözümü konusunda diyalog sağlanması gerektiğini, yine ilçenin tarihi dokusu ve demokrafik yapısının korunmasını gerektiren çözümler üretilmesi gerektiğini belirtmek istiyoruz.

Değerli Basın Mensupları,

Bu temelde, insan hakları ihlallerinin oluşumuna yol açan OHAL’in bir an önce kaldırılması talebinde bulunuyor, çatışmalı ortamın bir an önce son bulmasını, kalıcı bir çatışmasızlık halinin ve çözüm sürecinin yeniden müzakere edilmesi umuyoruz. Her koşul altında dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet, etnik ve kültürel farklılık ayrımı yapmadan, yaşam hakkının kutsal olduğu vurgusunda bulunuyor ve özgürlüklerle dolu, onurlu bir yaşam temenni ediyoruz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD) DİYARBAKIR ŞUBESİ