1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle barışın egemen olduğu bir dünyada yaşamak istediğimizi bir kez daha belirtmek istiyoruz. Barış hakkı, bir insan hakkıdır.
Birleşmiş Milletler, 1945 yılında kabul ve ilan edilen BM Şartı ile kurulmuştur. Şart’ın Giriş bölümü ile 1 ve 2. maddelerinde Birleşmiş Milletler’in barış ile insan hak ve özgürlüklerine saygıyı güçlendirme amacı vurgulanır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin başlangıç maddesi ile 28. maddesinde barış ve barışın temellendirileceği uluslararası ve ulusal sosyal düzenlerin, bu bildiride yer alan haklara ve özgürlüklere dayanması gerekliliği vurgulanır. BM Genel Kurulu, Halkların Barış Hakkına Dair Bildiri’yi Genel Kurul’un 12 Kasım 1984 tarihli oturumunda kabul ve ilan etmiştir. Bildiride barış hakkının kutsallığı, bu hakkı korumanın ve uygulanmasını sağlamanın da devletler için bir yükümlülük olduğu vurgulanır.
Barış talebinin, medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar; ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) ile de ilişkisi bulunmaktadır. Bu metinlerde İHD ve TİHV’nin de benimseyip paylaştığı temel yaklaşım, barışın insan hakları ve özgürlüklere dayalı oluşudur. İnsanlar arasındaki her türden eşitsizlikler, hakların ve özgürlüklerin tanınmayışı, savaşların ve çatışmaların temel sebebidir. O nedenle, İHD ve TİHV olarak her şart altında ve dünyanın neresinde olursa olsun, barışın haklara ve özgürlüklere dayalı olarak sağlanabileceği düşüncesindeyiz.
Türkiye etnik, dilsel, dinsel ve kültürel özellikleri bakımından çoğulcu bir dokuya sahiptir. Çoğulculuk, İHD ve TİHV’nin pek çok kez vurguladığı ve yansıttığı, “herkes farklı, herkes eşit” sloganında ifadesini bulur. Çoğulculuk aynı zamanda demokrasinin de temelidir. İHD ve TİHV demokrasi ile insan hakları arasında koparılamaz bir bağ bulunduğu düşüncesindedir. O nedenledir ki, İHD ve TİHV Türkiye’nin temel sorununun insan hakları ve demokrasi sorunu olduğunun altını çizmiş ve bu temel sorununun en önemli halkasının da Kürt sorunu olduğu tespitinde bulunmuştur.
TÜRKİYE’NİN ACİL BARIŞ SORUNU VARDIR
Türkiye, Kürt sorunu gibi temel sorunlarını diyalog ve müzakereye dayalı çatışma çözüm yöntemleri kullanarak çözememiş bir ülkedir. Bu nedenle silahlı çatışmalar ülke içi ve ülke dışında devam etmektedir.
Kürt sorununun çözümsüzlüğünün yarattığı silahlı çatışma hali, hayatın tüm alanlarını etkilemektedir. Halen Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz, Kürt sorununda yaşanan bu çatışmalı ortam göz ardı edilerek açıklanamaz. Devletin silahlı çatışma ve savaş halini sürdürmek için ülke içinde ve ülke dışında (Suriye ve Irak) yürüttüğü askeri faaliyetlerin ekonomik maliyeti oldukça yüksektir. Türkiye çok uzun yıllardır silahlı çatışma ortamını yaşamaktadır.
İHD verilerine göre 2015, 2016, 2017 ve 2018 yıllarında silahlı çatışmalarda 3.272 kişi (asker, polis, korucu, silahlı militan ve sivil) yaşamını yitirmiş, 2.646 kişi yaralanmıştır. Silahlı çatışma ortamının etkisiyle tüm Türkiye’de 2015, 2016, 2017 ve 2018 yıllarında 946 kişi yargısız infaz sonucu yaşamını yitirmiş, 1.127 kişi yaralanmıştır. Aynı dönemde, yasa dışı örgütlerin saldırıları başta olmak üzere faili bilinmeyecek şekilde saldırıya uğrayıp yaşamını yitiren insan sayısı 627, yaralı sayısı ise 3.529’dur. Bu rakamları topladığımızda 4.845 kişinin öldüğünü, 7.302 kişinin yaralandığını görmekteyiz. Bu tablo ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlalleri gerçekleştiğini göstermektedir. TİHV verilerine göre ise 16 Ağustos 2015’ten 1 Temmuz 2019 tarihine kadar geçen süre içerisinde toplam 11 il ve en az 51 ilçede tespit edilebilen en az 369 resmi sokağa çıkma yasağı ilanı gerçekleşmiştir. Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı il ve ilçeler ile kırsal bölgelerdeki silahlı çatışma halinin sonuçları oldukça ağırdır. Yüzlerce sivil can kaybının yanı sıra tahrip edilen yerleşim yerleri sonucunda yerlerinden zorla edilen yaklaşık 500 bin kişi bulunmaktadır. Oysa barış ve çözüm süreci olarak adlandırılan 2013-2015 tarihleri arasında, çatışmasızlığın Türkiye toplumuna yaşattığı huzur dönemidir. Son dört yılda ise yaşanan silahlı çatışmalarda binlerce insan yaşamını yitirmiş ve yaralanmıştır.
Kürt sorunu çözülmediği için Türkiye’nin ülke içinde yürüttüğü askeri operasyonlar Suriye’ye müdahaleye kadar uzanmış, 2016 yılında Suriye’nin Cerablus-Azez bölgesinden sonra 2018 yılında Afrin bölgesine de müdahaleyle sonuçlanmıştır. Ocak 2018’de başlayıp Mart 2018’de sona eren Afrin’e yönelik askeri müdahalede çok sayıda sivilin yaşamını yitirdiği, başta BM olmak üzere dünya kamuoyunun bilgisindedir. Türkiye, Suriye’deki askeri operasyon ve nüfuz alanını Fırat’ın Doğusu’na yaymak için de her türlü girişimde bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye’nin halen Irak’ın kuzeyinde Federe Kürdistan Bölgesi’nde aralıksız askeri operasyonlar yaptığı bilinmektedir. Buradaki can kayıpları hakkında herhangi bir sağlıklı bilgi alınamamaktadır. Görüldüğü gibi Kürt sorununun çözümsüz kalması durumunda, çatışma ve savaşın kapsadığı alan giderek büyümektedir. Bunun insani ve mali açıdan sürdürülebilir bir yanı yoktur.
Kalıcı barış için çatışma nedenleri ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için ilk yapılması gereken çatışmaların durması, diyalog yollarının açık tutulması, insan hakları ve demokrasi eksenli çözüm arayışlarına imkân sağlanmasıdır. Hapishanelerde yaşanan açlık grevleri sonrasında Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kalkması, uzun bir aradan sonra avukatları ve ailesi ile görüş yapması olumlu bir gelişme olsa da bu süreç kesintili devam etmektedir. 31 Mart 2019 yerel seçimlerde yüksek oy oranıyla seçilen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş-Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediye Eş-Başkanı Ahmet Türk, Van Büyükşehir Belediye Eş-Başkanı Bedia Özgöçke Ertan’ın haklarında devam eden soruşturma ve kovuşturmalar gerekçe gösterilerek görevden alınmaları da yeni bir barış sürecinin inşasını zora koyacak siyasi kararlardır. Türkiye’nin yönetim sisteminin otoriterleştiği koşulların ortadan kaldırılarak demokrasi ve insan haklarına dayalı yeni bir toplum sözleşmesi yapması, barıştan ve barışı savunmaktan geçmektedir. Bunun için de ülkemizdeki demokrasi güçlerinin kararlı birlikteliği sürdürülebilir yeni bir barış sürecinin başlaması için en önemli güvence olacaktır. İHD ve TİHV, Türkiye’de barış ve demokrasiden yana kesimlerin birlikte mücadelesinin sonuç alacağı inancındadır.
İHD ve TİHV olarak, ülkemiz başta olmak üzere tüm dünyada barışın egemen olduğu bir yaşam için insan hakları mücadelemizi sürdüreceğiz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD) DİYARBAKIR ŞUBESİ
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI (TİHV) DİYARBAKIR TEMSİLCİLİĞİ