Hapishanelerde son günlerde artış gösteren yaşam hakkı ve hasta mahpusların sağlığa erişim hakkı ihlallerine dikkat çekmek amacıyla, derneğimiz Merkezi Hapishane Komisyonu öncülüğünde ve derneğimizin tüm şubeleri tarafından eş zamanlı olarak “Yaşamı Savunuyoruz” sloganıyla bir günlük nöbet eylemleri gerçekleştirildi. Şube binamızda saat 10.00’da başlayan ve saat 21.00 sona erdirilmesi planlanan eylem sırasında yapılan basın açıklamasında, “Hasta mahpuslar için merhamet, insaf ya da lütuf değil adalet talep ediyoruz” denildi.
Açıklamanın tamamı şöyle:
Türkiye hapishanelerindeki mahpuslara dayatılan insanlık dışı koşullar, hapishanelerin fiziki koşullarının yetersiz oluşu ve sağlığa erişim haklarının sağlanmaması nedeniyle mahpusların ruh ve beden bütünlükleri tehdit altındadır. Mahpusları, insan olmaktan kaynaklanan haklarından soyutlayan zihniyet; gerek yasal düzenlemeler, gerek uygulamadaki keyfiyet, etik olmayan yaklaşımlar ve bürokratik engellerle özellikle hasta mahpuslar için insani olmayan bir tablonun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Gittikçe otoriter bir hal alan ülke yönetiminin en katı uygulamalarının görüldüğü hapishanelerde; otoriteyi ve kuralları dayatan, yaşama hakkını ve özgürlükleri değil, güvenliği ön planda tutan bir anlayış hakim olmuştur. Bu anlayış, mahpuslara ve ailelerine onarılması mümkün olmayan zararlar vermekte, başta yaşama hakkı olmak üzere mahpusların birçok hakları ellerinden alınmaktadır.
Sadece 2021 yılı Aralık ayında ulaşabildiğimiz verilere göre 6 mahpus hapishanelerde, 1 mahpus ise hastalığı ileri bir aşamaya geldikten sonra hakkında verilen tahliye kararı akabinde yaşamını yitirmiştir. Yaşamını yitiren mahpuslardan Halil Güneş, Abdurrezzak Şuyur ve Bangin Muhammed derneğimiz tarafından oluşturulan ve 604’ü ağır olmak üzere 1605 kişinin bulunduğu hasta mahpus listemizde bulunmaktaydılar. Yaşamını yitiren her üç hasta mahpusun da hastalıkları nedeniyle infazlarının ertelenmesi ve tedavilerinin hapishane dışında yapılması için ilgili mercilerle defalarca resmi yazışma ve görüşmeler yapılmasına, milletvekilleri tarafından soru önergeleri verilmesine rağmen yetkililer tarafından gerekli adımlar atılmamış ve göz göre göre bu ölümler yaşanmıştır. Şu an Türkiye hapishanelerinde tutulan ve sağlık durumları kritik seviyede bulunan Mehmet Emin Özkan, Aysel Tuğluk, Sıddık Güler, Fatma Özbay, Ahmet Çakal, Ali Osman Köse ve Yusuf Özmen gibi hapishanelerde yaşamını devam ettiremeyecek durumda olan bütün ağır hasta mahpusların infazlarının ertelenerek tedavilerinin hapishane dışında yapılması gerektiğini bir kez daha talep ediyoruz.
İnfaz yasasının “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” başlığını taşıyan 16. Maddesinde 24.1.2013 tarihinde 6411 Sayılı Yasa’yla birlikte yapılan değişiklikle “maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir” hükmünün yer alması ve uygulamada “toplum güvenliği bakımından tehlike” unsurunun kolluk güçlerinin insafına bırakılmış olması en büyük sorunlardan biridir. Hasta mahpuslarla ilgili tıbbi değerlendirmelerin esas alınması yerine, “toplum güvenliği bakımından tehlikelilik” unsuruna “ağır ve somut bir tehlike” kriterinin eklenmiş olması sorunu çözmekten uzak ve kabul edilemez bir yaklaşımdır. İlgili kanun maddesinin kaldırılarak yerine mahpusların sağlık hakkını önceleyen ve Cumhuriyet Savcılarının takdir hakkını kaldıran bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Ayrıca Anayasanın 104. Maddesi ile Cumhurbaşkanına tanınan af yetkisinin mahpuslar arasında ayrım gözetilmeksizin kullanılması gerektiğini de belirtmek isteriz.
Ayrıca, sağlık kurullarınca düzenlenen raporların Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından onaylanmayıp Adli Tıp Kurum tarafından yeniden rapor düzenlenmesi de var olan sıkıntıları daha da artırmaktadır. Aslında bu konudaki önemli bir sorun da mevcut kurumsal yapısı ve siyasi iktidara bağlılığı nedeniyle tarafsız davranamayan, bu nedenle de verdiği kararlarda, bilimsel ve objektif kriterlere uygun değerlendirmeler yapmayan Adli Tıp Kurumu’nun halen resmi bilirkişi konumunu sürdürüyor olmasıdır. Dolayısıyla bağımsız konumda olmadığı açıkça ortada olan Adli Tıp Kurumu’nun resmi bilirkişilik uygulamasına son verilmediği sürece sorunlar devam edecektir. Mahpusların sağlık durumlarının bağımsız hekimlerden oluşan heyetler tarafından tespit edilmesi ve raporların bu bağımsız heyetler tarafından hazırlanması yıllardır kronikleşen bu problemin çözümüne katkı sağlayacaktır.
Birleşmiş Milletler resmi belgesi olan ve üye ülkelerce de kabul edilen İstanbul Protokolünde “tutuklu ve hükümlü konumda da olsa her hastanın kendi doktorunu seçme ve raporlarının bağımsız bilirkişilerce hazırlanmasını isteme hakkı vardır”. Üniversite hastaneleri, eğitim araştırma hastaneleri, tam teşekküllü devlet hastaneleri, hasta mahpusların sağlık durumlarıyla ilgili objektif süreçler yürütüp raporlar hazırlayabilir. Adli Tıp Kurumu raporlarının ve kolluktan gelecek raporların hazırlanma sürecinin hayli uzun sürmesi durumu ağır olan, bir gün dahi cezaevinde tutulmaması gereken mahpusların ölüme terk edilmesi anlamına gelmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, hasta mahpusları durumunu yakından ilgilendiren Gülay Çetin/ Türkiye kararında, mahpusların hastalıklarının ilerlemesine yol açan uygulamalar içinde olan devletin AİHS’de işkence yasağını düzenleyen 3. ve ayrımcılık yasağını düzenleyen ve 14. maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye’yi mahkûm etmiştir. AİHM ayrıca Hükümete de tutukluluk koşullarıyla ilgili düzenlemelerde her türlü insani önlemi almaları gerektiği önerisinde bulunmuş ve ATK’nın yeniden yapılandırılarak prosedürlerin basitleştirilmesi gerekliliği noktasında uyarılarda bulunmuştur. Ancak Türkiye’de yargı organları AİHM’in vermiş olduğu bu karardan sonra da Anayasa’nın 90. maddesi gereği bir iç hukuk normu haline gelen uluslararası sözleşmelere uymamakta, soruna ne insani ve vicdani ne de hukuki açıdan bakmaktadırlar. Türkiye’nin de imzaladığı uluslararası birçok sözleşmede hastalar ve hasta mahpuslar için düzenlemeler mevcut olup Türkiye mahkeme ve idari organlarının bu düzenlemelere uyması bir zorunluluktur. Bu nedenle hasta mahpuslar için merhamet, insaf ya da lütuf değil adalet talep ediyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ MERKEZİ HAPİSHANE KOMİSYONU