Kürt Sorununda Çatışmada Israr Etmek İnsani ve Ekonomik Krizi Derinleştirir

06.05.2022

Kürt Sorununda Çatışmada Israr Etmek İnsani ve Ekonomik Krizi Derinleştirir

Türkiye’nin, Suriye ve Irak ile ilgili TBMM’de kabul ettiği tezkerelere dayanarak sık sık sınır ötesi hava harekâtları düzenlemesi ve özellikle Suriye ve Irak’ta kara gücü bulundurması ve her yıl yeni isimlerle askeri müdahalede bulunması sorunu gittikçe içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir.

Türkiye’de, 2007 yılında Irak tezkeresi ile başlayan sınır ötesi askeri operasyon tezkereleri her yıl tekrarlanmış, 2014 yılından beri Suriye de kapsama dahil edilerek, Suriye ve Irak için ortak tezkere çıkarılmaya başlanmıştır. Bu kapsamda son yasama döneminde 20 Ekim 2021 tarihinde yeniden Suriye ve Irak için savaş tezkeresi TBMM gündemine getirilmiş, üstelik bu sefer 2 yıl için yetki istenmiştir. Muhalefet partilerinden HDP, CHP, DBP ve TİP’ in desteklemediğini açıkladığı Cumhurbaşkanlığı tezkeresi çoğunluğun onayı ile siyasal iktidara yetki vermiştir. Bu tezkerelerin Anayasanın 91. Maddesi’ne uyumlu olmadığı, BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan başka ülkelerin topraklarına fiili saldırıda bulunmanın ve asker bulundurmanın ciddi hukuki sonuçları olacağına dair görüşlerimizi daha önce kamuoyu ile paylaşmıştı.

Türk Silahlı Kuvvetleri, 18 Nisan 2022 tarihinde yaptığı açıklama ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Zap, Metina ve Avaşin bölgelerinde PKK'ye karşı yeni bir askeri operasyon başlattığını duyurmuştur.  Bugüne değin kamuoyuna ve basına yansıyan bilgilere göre; örgüt üyelerinden ve silahlı kuvvetler mensuplarından yaşamını yitirenlerin olduğu, sivil yerleşim yerlerinin zarar gördüğü ve operasyonun devam ettiği yönündedir.

Türkiye’deki siyasal iktidar 24 Temmuz 2015’ten beri Kürt sorununda çatışma yöntemi ile sorunu çözeceğini iddia etmekte ve her yıl birbirini tekrar eden askeri operasyonlar yaparak hem bu sorunu daha da büyütmekte (Suriye ve Irak’ta denetimli bölgeler) hem de kendi siyasal iktidarını uzatmak için otoriter yöntemler (Anayasa değişikliği ile otoriter başkanlık modeli) uygulamaktadır. Kürt sorunundaki çözümsüzlük Türkiye’yi hızla otoriterleştirmiş, anti demokratik bir ülke haline getirmiştir. Öyle ki Gezi Davasında verilen cezalar ve gerçekleştirilen tutuklamalar siyasi iktidarın Türkiye’deki Kürt muhalefetinin yanı sıra tüm muhalif kesimlere yargı yolu ile baskı politikasını daha da arttıracağını göstermektedir. Bu süreçte Belediyelere kayyum uygulaması devam ettirilmiş, Kürt siyasetçiler üzerindeki yargı baskısı kesintisiz bir şekilde sürdürülmüş ve HDP’nin kapatılması için dava açtırmanın yanı sıra Anayasa Mahkemesi üzerinde de baskı artırılmıştır. HDP Genel Mekezi, il ve ilçe örgütlerine yönelik fiili saldırılar ve tehditler sürekli yapılmış ve etkili önlemler alınmamıştır.

Bu yıl gerçekleştirilen Nevroz kutlamalarında milyonlarca Kürt ve onları siyasi temsilcileri bir kez daha barış mesajları vererek, Türkiye’nin Kürt meselesini demokratik ve barışçıl yollarla çözmek için diyalog ve müzakere yöntemini seçmesi gerektiğini ortaya koydu. Ancak siyasi iktidarın bu güçlü mesajı almayıp, güvenlikçi politikalar ile çatışmayı derinleştirip sorunu şiddetle çözmeyi tercih etmesi ciddi bir savaşın yaşanmasına sebep olmaktadır.

Kürt sorununun çözümsüzlüğü ile ilgili son 38 yıla baktığımızda çeşitli silahlı çatışma dönemleri ve bu dönemleri sona erdirip barış arayışlarının olduğu zamanlara tanıklık ettik. Silahlı çatışmalar 1984 yılında başlamış, Mart 1991’de ilk kez barış arayışlarına sahne olmuş ve en son Mart 2013-Temmuz 2015 arası uzun bir çatışmasızlık dönemi yaşanmıştır. Son 38 yıla baktığımızda ilk defa bu kadar uzun süren kesintisiz ve çatışmanın boyutunun coğrafik alan olarak büyüdüğü ve tüm toplumsal kesimlerin zarar gördüğü bir döneme denk gelmekteyiz. Dolayısıyla belirtmek isteriz ki, çatışmanın insani ve ekonomik maliyetinin bu kadar büyük olduğu bir dönemin sonunda barış arayışlarına yönelmenin kaçınılmaz olmasıdır.

Akademisyen İzzet Akyol, Demokratik Gelişim Enstitüsü için hazırladığı bir araştırma raporunda 1985 ile 2021 yılları arasında doğrudan doğruya 230 milyar doların çatışma nedeni ile yok olduğunu, 2022 yılına göre güncellenen dolar endeksine göre ise Türkiye ekonomisinin 4,5 trilyon dolar kaybettiğini ve bu kayıp olmasaydı Türkiye’nin milli gelirinin %36 daha fazla büyüyebileceğini ortaya koymuştur. Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün veya çatışmaya dayalı çözüm arayışlarının bu kadar korkunç bir ekonomik maliyeti de varken bu politikada ısrar etmenin beyhude olduğunu ve Türkiye’yi iflasa sürüklediğini belirtmek isteriz. TUİK rakamları ile Nisan 2022’ye göre yıllık TÜFE’nin %69,97, bağımsız akademisyenlerden oluşan ENAG grubunun hesaplamasına göre ise Nisan 2022’ye göre yıllık TÜFE’nin %156,86 olduğu ve ÜFE oranlarına göre daha da yükselecek enflasyon karşısında savaş politikalarına karşı çıkmanın zorunluluğunu göstermektedir.

İHD Dokümantasyon Biriminin 2015 ile 2021 yılları arasını kapsayan 7 yıllık silahlı çatışmalar nedeni ile tespit edebildiği verilere göre 6019 kişinin yaşamını yitirdiği, 8562 kişinin yaralandığı (Suriye ve Irak’taki çatışmalarda yaşamını yitirenlerin büyük çoğunluğu dahil değildir) bir tabloda çatışmanın insani maliyetinin ne kadar büyük olduğu anlaşılmaktadır.

Bizler insan hakları savunucuları Türkiye’nin demokratik kamuoyunu bir kez daha Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yollarla çözümü konusunda düşünmeye ve adım atmaya davet ediyoruz.

Türkiye’nin, Rusya’nın Ukrayna işgali ile başlattığı askeri operasyonda arabuluculuk yapması ve barışı destekleyeceğini açıklaması karşısında, Kürt sorunu gibi uluslararası sorun haline gelmiş, doğrudan doğruya Kürtler başta olmak üzere Türkiye, Suriye, Irak, İran ve bu ülkelerin dahil olduğu uluslararası askeri ve ekonomik birlikleri, BM ve Avrupa Konseyini ilgilendiren bir sorun karşısında çatışmada ısrar etmesini anlayamamaktayız. Kürt sorunu çatışma ve savaş politikaları ile çözülmez.

İHD, savaşa karşı barış hakkını savunur. BM genel kurulun 19 Aralık 2016 tarihinde kabul ve ilan ettiği BM Barış Hakkı bildirgesini ve BM İnsan Hakları Konseyinin 22 Haziran 2017 tarihli 35/4 sayılı Barış Hakkının Desteklenmesi kararını hatırlatıyor ve Barış hakkını savunmanın bizler bakımından en öncelikli konu olduğunu belirtiyoruz. Türkiye hükümetini bir kez daha savaş politikaları yerine barış politikaları uygulamaya davet ediyoruz.

İnsan hakları ve demokrasi için, hayat pahalılığına karşı çıkmak ve sosyal adalet için inadına barışı savunmaya devam edeceğiz.

İnsan Hakları Derneği