Kayıp Yakınları: Ocak ve Karakoç'un faillerini sordu

28.05.2022

İnsan Hakları Derneği (İHD)  Diyarbakır Şubesi ve Kayıp Yakınlarının her hafta düzenlediği “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” oturma eyleminin 694'üncü haftası gerçekleştirildi. Eyleme İHD Diyarbakır Şubesi yönetim kurulu üyeleri, hak savunucuları, sivil toplum örgütleri ve siyasi parti temsilcileri katıldı. Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapılan eylemde, kayıpların fotoğrafları taşındı. Kayıp yakınları bu hafta, kayıp mücadelesinin simgesi haline gelen Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un faillerini sordu.

Oturma eylemi öncesi İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdullah Zeytun, şu şekilde konuştu:

“Değerli kayıp yakınları, Barış Anneleri, hak savunucusu arkadaşlar, sivil toplum örgütleri ve siyasi parti temsilcileri: 17-31 Mayıs Gözaltında Zorla Kaybedilmelere Karşı Mücadele Haftası’nda Türkiye’de geçmişte yaşanan ağır insan hakları ihlallerine, zorla gözaltında kaybedilmelere, faili belli siyasi cinayetlere karşı, hakikat, adalet, geçmişle yüzleşme talebiyle bir aradayız.

Türkiye’de mevcut ağır insan hakları ihlallerine karşı, bir kural tanımazlık ve hukuksuzluk söz konusudur. Bunca ağır insan hakları ihlallerine karşı sesiz kalabilmiş, bu denli ağır insanlık suçlarına karşı geçmişle yüzleşmeyi sağlayamamış demek, evrensel insan hakları hukuku ve uluslararası sözleşmeleri tanımamakla ilgilidir.  Bugün Türkiye’nin zorla gözaltında kaybedilmelere karşı uluslararası sözleşmeyi imzalamamasının temel nedeni, demokratik hukuk devleti ilkesi iddiasından uzak ve yasal güvenceleri tanımamasından gelmektedir. Hak savunucuları olarak, Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi, bir devlet politikasıyla gerçekleşen insanlığa karşı suçların faillerini, etkin bir yargılamayla cezalandırması mücadelesini ısrarla sürdüreceğiz.

Türkiye’de mevcut hukuksuzluğu, adaletsizliği bir kural tanımazlıktan ifade ediyoruz. Çok yakın süreçte Anayasa Mahkemesi, 2015 yılında Cizre’de polis tarafından katledilen Nihat Kazanhan dosyasında benzer tespitlerde bulundu. Kasti bir şekilde hedef almak suretiyle bir çocuğu katleden polise, yargının ‘bölgesel şartlar’ diyerek onu koruması, cezada indirim sebebi sayması, bölgede uygulanan hukukun, Türkiye’de uygulanan hukuktan farklı olduğunun göstergesidir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, aslında 90’lı yıllarda bölgede sistematik olarak gerçekleşen ve devlet politikasıyla uygulanan gözaltında zorla kaybetmelerin, faili belli siyasi cinayetlerin ne saikle işlediğini gösterir niteliktedir. Anayasa Mahkemesi, bölgede uygulanan hukuksuzluğu tespit eder şekilde karar vermiştir.

Bir bütünen geçmişle hesaplaşılmamış olması, mevcut uygulanan ırkçı, ayrımcı yasaklamalarla da ilişkilidir.  Son dönemlerde Kürt dili ve kültürüne yönelik yasaklama kararları bu hesap vermezlikten bağımsız değildir. Bütün hukuk ilkelerini hiçe sayacak şekilde, yerel kamu otoriterlerinin Kürtlerin sanatına, kültürüne, eğitim öğrenim hakkına yönelik yasaklayıcı tutumu, bir devlet politikası haline gelmiştir. Bu haksızlığa alışmadığımızı vurguluyoruz. Haksızlığa karşı göstereceğimiz her türden demokratik tepki, toplumsal barışın inşasında belirleyici olacaktır.

Başka coğrafyalarda yaşanan hak ihlallerine, çatışma ve şiddete karşı barışı ve çözüm refleksini gösteren siyasi iktidarın, coğrafyamıza kayıtsızlığı, demokratik çözüm girişimlerinden uzaklaşması tutarsızlıktır. Aynı zaman da geçmişte yaşanan ağır hak ihlallerine karşı failleri koruyan, sahiplenen bir politikadır."

İHD Diyarbakır Şubesi Kayıp Komisyonu Üyesi Derya Yıldırım ise Ocak ve Karakoç’un hikayesini paylaştı:

“Sosyalist kimliğiyle bilinen 30 yaşındaki Hasan Ocak, 21 Mart 1995’de polisler tarafından gözaltına alınır. Vatan Caddesi'nde bulunan İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'ne götürülen Hasan OCAK başında Bayram Kartal’ın olduğu TİM 3 tarafından işkenceyle sorgulanır.

Her yerde Hasan'ı arayan ailesi, arkadaşları ve İHD tüm resmi kurumlardan "bizde yok" cevabını alır. TBMM, Başbakanlık, Bakanlıklar, Savcılıklar, hastaneler, Adli Tıp nezdinde yapılan girişimlerde hiçbir resmi bilgiye ulaşılamaz.

Ancak Hasan’la aynı zamanda İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltında bulunan iki kişi onu şubede gördüklerini, başka iki kişi ise Hasan Ocak’ın ismini gözaltındayken parmak izi listesinde gördüklerini açıklamışlardır. Başka bir tanık ise şubede bir hareketlilik olduğunu, polislerin "Hasan Ocak getirildi" diye aralarında konuştuklarını duyduğunu söylemiştir.

34 yaşındaki Rıdvan Karakoç ise İstanbul’da siyasi partiler ile sanat ve kültür kurumlarında çalışmalar yürütüyordu. 1994 yılında gözaltındaki bir kişinin verdiği ifade doğrultusunda hakkında yakalama kararı çıkartıldı ve bu tarihten sonra Rıdvan Karakoç’un ailesinin evi polisler tarafından gözetim altında tutuluyordu. Polisler tarafından zaman zaman eve baskınlar düzenliyor, “Rıdvan’ı bize getirin, eğer getirmezseniz gördüğümüz yerde öldürürüz” diye aile tehdit ediliyordu.

Eve gelemeyen Rıdvan, 15 Şubat 1995 tarihine kadar ailesi ve avukatı ile düzenli haberleşirken bu tarihten sonra Rıdvan ile bağlantı kesildi, evin çevresindeki polis ablukası kalktı ve polis baskınları son buldu.

Türkiye’yi ayağa kaldıran, yurtdışında da ses getiren 58 günlük arayışın sonunda devletin tüm engellemelerine karşı, Hasan Ocak'ın ağır işkence izlerini taşıyan ve "meçhul kişi" olarak işlem gören bedenine, Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaşılmıştır. Bu gerçek karşısında dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu “Toplumdan hükümet adına özür diliyorum” dedi.

Karakoç Ailesi de tüm mercilere başvuru yaptı ancak sonuç alamadı. Gözaltına alındığı inkâr edilen Rıdvan için devletin tüm kurumları “Bizde yok” cevabını verdi. 110 gün süren ısrarlı bir arayışın ardından Rıdvan Karakoç’un  işkence izlerini taşıyan bedenine de Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaşıldı. Ailesi her yerde Rıdvan’ı ararken onun cansız bedeninin savcılık dâhil tüm resmi kurumlardan geçtiği, günlerce Adli Tıp Kurumu’nda bekletildikten sonra emniyette parmak izi olmasına rağmen “kimliği meçhul kişi” olarak gömüldüğü açığa çıktı.

Ocak ailesi DGM Başsavcılığına, Beykoz Savcılığına, Fatih Savcılığına başvuru yapar, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ve "Tim-3" polisleri hakkında suç duyurusunda bulunur ancak herhangi bir sonuca ulaşamaz. Ocak ailesi Adalet Bakanlığına başvuruda bulunarak hukuku işletmeyen, etkin soruşturma yapmayan savcılar hakkında şikâyetçi olmak istese de Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Müdürlüğü bu şikâyeti işleme koymaz. Fatih Cumhuriyet Savcılığı, terörle mücadele şubesi polisleri ve olayın soruşturulması ile ilgili görevlerini ihmal eden devlet görevlileri hakkında yapılan çok sayıda suç duyurusunu birleştirip bu dosyada “şikâyetler somut bir veriye dayanmıyor" gerekçesi ile takipsizlik kararı verir.

İç hukuktan sonuç alamayan Ocak ailesi 26 Temmuz 1996 tarihinde AİHM’ne başvurur. AİHM 15 Temmuz 2004 tarihinde verdiği kararda Hasan Ocak soruşturmasının etkili olmadığı için Sözleşme’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir.

Ailenin ısrarlı takibi sonucunda Beykoz Cumhuriyet Savcılığınca başlatılan soruşturma ise 20 yıllık zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle takipsizlikle sonuçlanır. Aynı şekilde Beykoz Cumhuriyet Savcılığı’nın takip ettiği dosyada Rıdvan Karakoç'u kaybedenlerin ortaya çıkarılmasına, yargılanarak cezalandırılmasına imkan verecek etkinlikte de bir soruşturma yürütülmedi.

Şimdi de gözaltında kaybedilen Hasan OCAK, Rıdvan KARAKOÇ ve diğer tüm kayıp ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gidenler için 1 dakikalık oturma eylemine geçiyoruz.

 

İHD Diyarbakır Şubesi Kayıp Komisyonu