İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınlarının, “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” eyleminin 711’inci haftası gerçekleştirildi. Eyleme kayıp yakınları, insan hakları savunucuları ve sivil toplum örgütü temsilcileri katıldı. Koşuyolu Parkı’nda bulunan Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleşen eylemde, kayıpların fotoğrafları taşındı. Bu hafta, Diyabakır’ın Kulp ilçesinde 25 Eylül 1997 tarihinde gözaltında kaybedilen Zozan ve Orhan Eren’in akıbeti soruldu.
Eylemde konuşan İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdullah Zeytun şunları söyledi: “Kayıpların bulunması, faillerin tespit edilip yargılanması ve hakikatlerin bilinmesi için buradayız. Hakikatlerin bilinmesi herkesin hakkıdır. Hakikatlerin ortaya çıkarılmasıyla geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma sağlanabilir. ‘Bir daha asla’ diyebilmek için bu hakikatlerin ortaya çıkarılması gerekiyor. Hakikatler bilinsin ki bir daha yaşanmasın. Hakikatlerin üstünü örtmek ve toplumsal taleplerin oluşmasını engellemek için mücadele edenler var. Biz bütün bu kurumlara ve politikalara karşı mücadele ediyoruz.
Bu hafta içinde 30’uncu ölüm yıldönümünü geri de bıraktığımız Kürt bilge Musa Anter’in davası görüldü. JİTEM Ana Davasıyla birleştirilen Musa Anter’in davası bir cezasızlık sebebi olan zamanaşımı gerekçesiyle düşürüldü. Düşürme gerekçesi Türkiye’deki iç hukuk ve mevzuatından kaynaklıdır. Ancak bu sadece kanunla izah edilebilecek bir olgu değil. Devletin cezasızlık sistemiyle kanuna, mevzuata sığındığını görüyoruz. Failleri tespit etmekten ziyade failler hakkında etkin bir kovuşturma yapmayarak, suçları aklamak istediklerini görüyoruz. İktidara bağımlı yargı tarafından adil bir yargılama sürmeyeceğinin bilincindeydik. Bu iktidarın da açılan böylesi davalarla geçmişle hesaplaşma ve yüzleşmeyi sağlamayacağının da bilincindeyiz. Böylesi bir iyimserlik içinde değiliz. Ancak annelerin, hak savunucularının ve adalet savunucularının yürüttüğü bir mücadele var. Bu mücadele toplumsal alandan bütün talepleri karşılamak, adaleti sağlamak üzere mekanizmalar yaratmak, bir yol bulmak içindir. Bizler insan hakları savunucuları olarak, cezasızlık sistemine karşı mücadele etmeye devam ediyoruz. Bütün bunlar gösteriyor ki, Kürtlerin hak ve özgürlüklerine, bilgelerini öldürenleri açığa çıkarmamak için adalete de saldırı olduğunu görüyoruz.
Bu sadece Türkiye’de sürdürülmüyor. İran Kürdistan’ında devletin baskılarına, hukuksuzluklarına, haksızlıklarına karşı direnme hakkını kullanan yurttaşlara yönelik pervasızca saldırıları görüyoruz. Görüntüleri izlerken, 28 Martları, Nusaybin ve Cizre’de kutlanan 1992 Newrozunda kolluğun saldırılarını hatırlıyoruz. Kürtler başta olmak üzere hak ve özgürlük talebinde bulunanlara yönelik saldırıları kınıyoruz. Haksızlık ve hukuksuzluk karşısında insan hakları savunucuları olarak direnme hakkını savunuyoruz. Direnen yurttaşlarla dayanışma içerisinde olduğumuzu ifade etmek istiyoruz.
Her hafta olduğu gibi, bu hafta da bir kayıp hikayesiyle geçmişte yaşanan haksızlıkları, hukuksuzlukları sizlerle paylaşıyoruz. Yetkilileri bir kez daha sorumlu oldukları işlemleri yapmaya davet ediyoruz.”
İHD Diyarbakır Şubesi Başkan Yardımcısı Ezgi Sıla Demir ise gözaltında kaybedilen Zozan ve Orhan Eren’in hikayesini paylaştı. Demir, “Zozan ve Orhan Eren Kulp ilçe merkezinde ikamet ediyordu. Zozan, Kulp sağlık ocağında Hemşire olarak çalışmakta, eşi Orhan ise Lice ilçesinde İnfaz Koruma Memuru olarak görev yapıyordu.
Olaydan üç hafta önce Zozan, ‘örgüte yardım ve yataklık’ ettiği gerekçesiyle Diyarbakır Doğum Hastanesi’ne sürgün edilir.
Öncesinde Kulp Kaymakamlığı; Zozan hemşireyi makamına çağırıp kendi isteğinle tayininin buradan aldırmasını ister. Daha sonra kaymakamlıkta görevli olan iki polis, Zozan’a “Sen örgüte ilaç gönderiyorsun, onun için buradan gitmek zorundasın” der.
Diyarbakır’a tayini çıkan Zozan EREN’in çocukları o esnada Kulp’ta Annesi Pembe Toprak’ın yanında kalıyordu. 24.09.1997 tarihinde Zozan Eren annesini arayarak “Yarın, Orhan ile birlikte Kulp’a gelerek, çocukları alıp Diyarbakır’a döneceğiz” der.
Ertesi gün akşama doğru kızı ve damadı gelmeyince anne Pembe Toprak endişelenmeye başlar. Aynı gece saat 24.00 civarında Orhan’ın çalıştığı Lice’deki Cezaevinin Başsavcısı telefonla arayarak Orhan ve eşinden bir haber alıp almadığını anne Toprak’a sorar. Anne Toprak; “Kızı ve damadından bir haber alamadığını” söyleyerek endişelerini telefonda Başsavcı ile paylaşır. Bu telefondan yaklaşık iki saat sonra Orhan’ın iş arkadaşı bu kez arar; “Orhan’ın arabasının Lice’ye bağlı Angül Karakolu’nun 50 metre yakınlarında terkedilmiş bir vaziyette bulunduğunu söyler ve ailenin gerekli yerlere başvurmasını” tavsiye eder.
Anne Toprak, Kulp Jandarma Karakolu’na başvuruda bulunmak için gider. Karakoldakiler; tatil olduğunu ileri sürerek başvurusunu kabul etmeyip Pazartesi günü gelmesini söyler. Pazartesi günü anne Pembe Toprak, Kulp Savcılığına başvurarak durumu izah etmeye çalışır. Savcı olay mahallindeki karakolu arayarak bilgi almaya çalışır. Karakoldakiler “Kaçırma olayının gerçekleştiğini, Orhan ve Zozan Eren’in örgüt militanları tarafından kaçırıldığını ” bildirir.
Savcı bu bilgiyi anne Pembe Toprak’a iletir ve Angül Karakolu’na gitmesini, akabinde Diyarbakır Valiliğine başvurması tavsiyesinde bulunur. Daha sonra anne Pembe Toprak dilekçe ile önce Angül Karakolu’na başvuruda bulunur fakat Karakol Komutanı kendisine “Çiftin örgüt militanları tarafından kaçırdığını” söyler. Buradan bir netice alamayan anne Toprak, Diyarbakır Valiliğine başvuruda bulunur. Vali, annenin huzurunda Lice ve Kulp Jandarma Karakollarını arar ve çocuklarının
PKK militanları tarafından kaçırıldığını kendisine söyler. O tarihten günümüze Zozan ve Orhan Eren’den bir daha haber alınmaz.
İç hukuk yollarında bir netice alamayan aile davayı AİHM’e taşır. 21 Şubat 2005 yılında AİHM “Yaşam hakkı ihlalinden” Türkiye’yi bu davadan mahkûm eder.
Şimdi de Zozan ve Orhan Eren ile diğer tüm kayıp ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gidenler için 1 dakikalık oturma eylemine geçiyoruz.
İHD Diyarbakır Şubesi
Kayıp Komisyonu