ORTAK AÇIKLAMA- İNSAN HAKLARIYLA İNSANDIR!

10.12.2021

Açıklamamıza insan hakları mücadelesinde yaşamını yitiren tüm değerli yol arkadaşlarımızı saygı ve minnetle anarak başlamak istiyoruz.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kabul edilişinin 73. yılında; İnsan Hakları Günü’nde, dinmez bir kararlılıkla insan haklarını talep etmeye devam ediyoruz. Geçmişten bugüne; barış, demokrasi ve hak mücadelemiz güçlenerek devam ediyor. Ancak, geldiğimiz 2022 yılında temel insan haklarını kapsayan birçok meselenin çözülmek bir yana, artarak devam etmesi; mücadelemizi zorlaştırdığı kadar değerini de büyütüyor. İnsan hakları savunucuları olarak; hukukun evrensel ilkeleri, insancıl hukuku ve insanlık onurunu savunma mücadelemize kararlılıkla devam ediyoruz.  

Değerli Basın Emekçileri,

Demokrasinin ve insan haklarının, ağır tehditlere maruz bırakıldığı ve bu değerlerin neredeyse hiçleştirildiği zor bir dönemden geçiyoruz. Özellikle son 6 yılı kapsayan silahlı çatışma ortamında tablo çok ağır hak ihlalleri içermektedir.  Bu ağır hak ihlalleri gerçeği karşısında çözüm yeniden bir barış sürecinin inşasıdır. Bu vesile ile insan hakları savunucuları olarak Kürt sorunun gerçek bir çatışma çözümü eksenli, demokratik müzakere ve diyalog mekanizmaları ile çözülmesi yönündeki çabamızda ısrar ediyor, barış hakkını savunmaya devam ediyoruz. Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunun en büyük halkası olan Kürt Meselesi geniş katılımlı, toplumsal uzlaşı ve barış arzusuna dayanan bir çözüm sağlanmalı ve toplumun barış hakkı sağlanmalıdır. Kürt meselesi, yalnızca Kürt halkının haklarının tanınması ve özgürlüklerinin korunmasının yanı sıra; Türkiye’deki tüm insanların doğrudan veya dolaylı sosyopolitik, kültürel, ekonomik ve birçok diğer temel hakkını da etkilemektedir. Bu sebeple toplumun tüm kesimleri tarafından da sahiplenilmeli, hak ve özgürlükleri tanıyan, adalet temelli yeni bir toplumsal sözleşme kurulmalıdır. 

OHAL uygulamaları fiili olarak devam ettirilerek etkileri ve ağır sonuçları toplumsal hayatımızda derinlemesine hissedilmektedir.  Temel hak ve özgürlükler, iktidarın otoriter politikaları ve siyasi vesayet altına girmiş yargının kararlarıyla adeta yok edilmeye çalışılmaktadır. Şiddet ve baskıya dayalı yöntemler ve politikalar uygulandıkça birçok alanda ihlallerin arttığı gözlemlenmektedir. Muhalif kesimlere yönelik, özellikle Kürt siyasetçi ve hak savunucularına yönelik baskı politikaları hız kesmeden devam etmektedir. Soruşturma ve kovuşturma yargılama sonucu beraat veya takipsizlik kararına rağmen eğitimciler kamu görevlerinden ihraç edilmiş, barış için yıllardır mücadele eden annelere ceza verilmiş, HDP’ye açılan kapatma davası bu politikanın son halkası olmuştur. OHAL uygulamaları, olağanüstü dönemlerde uygulanan istisnai bir yöntem olmaktan çıkmış ve artık Devletin olağan uygulamaları haline gelmiştir. En temel hakların kullanımında bile insanların tereddüt ettiği bir baskı rejimine dönüşen OHAL uygulamaları ; adil ve demokratik bir Devlet olmanın gereği olarak terk edilmeli ve demokrasi işletilmelidir. Hiçbir yargı sürecine tabi tutulmadan; idari kararlarla görevlerinden ihraç edilen herkes işlerine iade edilmelidir. Unutulmamalıdır ki; işten ihracı gerektiren bir suçun varlığı halinde zaten mevcut genel yargı sistemi bu konuda görevlidir, ancak KHK rejimi Devletçe muhalif veya istenmeyen kişilerin kamu dışına itildiği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmış ve idari kararlarla işlerinden edilen kişiler Yargı makamlarının By-Pass edildiği OHAL Komisyonunun gerekçesiz kararlarıyla tamamen mağdur edilmiştir. Bu uygulama derhal son bulmalı ve idari dayanaklarla ihraç edilen herkes işlerine döndürülmelidir.

Sağlık hakkı; en temel hak olan yaşama hakkının güvencesidir; bu hak kapsamında hasta kişilerin tedavi görmelerinin engellenmesi yaşam hakkına doğrudan müdahaledir. Mahpusların sağlık ve tedavi görme hakları ise, İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonunun 2021 yılı verilerine göre en az 604 ağır olmak üzere 1605 hasta mahpus bu haklardan yoksun şekilde hapishanede tutulmaktadır. Hasta mahpusların nitelikli sağlık hizmetine erişim hakları Devlet tarafında ihlal edilmekte ve hapishane süreci mahpuslar açısından sürekli bir işkenceye dönmektedir. Hasta mahpuslar hapishaneye konulma gerekçeleri ve  yargılandıkları kanun maddelerine bakılmaksızın derhal serbest bırakılmalı; tedavileri bir an önce gerçekleştirilmelidir. Son günlerde kamuoyuna yansıdığı üzere, sağlık durumu endişe verici seviyeye gelen Kandıra Kadın Kapalı Hapishanesinde kalan Aysel TUĞLUK şahsında tüm hasta mahpusların serbest bırakılarak tedavilerinin gerçekleştirilmesini talep ediyoruz. Hapishanelerle ilgili bir diğer önemli ihlal konusu ise, İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a ve diğer 3 siyasi mahpusa yönelik tecrit uygulamalarıdır. Hapishanelerdeki tecrit başta olmak üzere meydana gelen kategorik hak ihlalleri BM Mandela Kuralarına, CPT tavsiyelerine ve 5275 sayılı İnfaz Kanunu’na aykırıdır. Hapishanelerde kişiye özgü uygulamaların, insan hakları anlayışı ve insancıl hukukla bağdaşmayan bir durum olduğunu, tecrit ve izolasyonun ulusal ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu belirterek bir an önce yasal olmayan bu uygulamaya son verilmeli, gerek avukat gerekse aile görüşleri yaptırılmalıdır. Artarak devam eden hapishanelerdeki hak ihlalleri 2021 yılı başında çıkarılan yönetmelikle ve İdari uygulamalar neticesinde artış gösteren başta sürgünler ve işkence olmak üzere, pek çok konuda meydana gelmektedir. Çıkarılan yönetmeliklerle ile süregelen infazdaki adaletsizlik derinleştirilmiş, idari gözlem kurulu raporuna istinaden cezasının infazını tamamlamış mahpuslar keyfi idari kararları ile cezaevinde tutulmaya devam edilmektedir. Bu durumun anayasanın kanunilik ilkesine aykırı olduğunu kişi özgürlüğü ve güvenliğe hakkının ağır ihlali olduğunu belirtmek istiyoruz. Hakların eşit ve ayrımsız bir şekilde yerine getirilme sorumluluğunu bir kez daha hatırlatıyoruz. 

İşkence ve kötü muamele, temel bir insan hakkı ihlali olmasına rağmen günümüzde çokça ve sistematik bir biçimde uygulanmaya devam etmektedir. Özellikle gözaltı işlemi esnasında, eylem ve etkinliklere müdahale edilme aşamasında, yasadışı gözaltı işlemi ile ifade alınma, hapishanede çıplak arama  gibi çeşitli işkence ve kötü muamele uygulamaları etkin soruşturulmamakta; failler caydırıcı bir yargı süreci ve cezalandırılmaya tabi olmamaktadır. Bu ise artık bir devlet politikası haline gelen cezasızlığın potansiyel failleri cesaretlendirmesine sebep olmaktadır. İşkence insanlığa karşı bir suçtur; ve bu suçlarda zamanaşımı işlememektedir; Devlet tüm işkence faillerini etkin bir yargı sürecine tabi tutarak cezalandırmalı ve işkencenin önüne geçecek uygulamaları derhal devreye sokmalıdır.

Bir dönemin devlet politikası haline gelen gözaltında zorla kaybedilmeler ve faili meçhul cinayet vakaları gibi insanlığa karşı suçlar yönünden de geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleşmemiştir. Basına ve kamuoyuna yansıyan ve tekrardan gündeme gelen, uzun yıllardır biz insan hakları savunucularının dile getirdiği devlet yetkilileri eli ile işlenen ağır suçlara, insan hakları ihlallerine ilişkin açıklamalara ve beyanlara dikkat çekmek isteriz. Devlet, topluma ve kayıp yakınlarına olan özür borcunu en başta bu olayları aydınlatarak ve failleri cezalandırarak ödemelidir. Bu konuda kayıp yakınları ve hak savunucularının yıllardır kararlılıkla sürdürdüğü hak mücadelesi sahiplenilmeli, geçmişle yüzleşmenin sağlanması gerekmektedir.

Özellikle siyasi saiklerle yargılanan kişiler açısından yargı sürecinin kendisi bir cezalandırma aracı haline getirilmiş, iktidar açısından makul kabul edilmeyen kişiler hukuki dayanaktan yoksun iddianamelerle mahpus edilmiş ve artık sahte delil bile üretmeye gerek duymadan yıllarca hapis ve işkence uygulamaları dayatılmıştır. Adil yargılanma hakkı, aleyhe kanunların geriye yürümemesi, işkence yasağı gibi temel insan haklarının birçoğu ceza yargısı alanında kalmaktadır. Ancak günümüz Türkiye’sinde bunlar muhalifleri baskılamak için bir araç haline getirilmiştir. AİHM’in Demirtaş ve Kavala kararlarının gereği halen de uygulanmamıştır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Aralık 2021 tarihinde açıkladığı Türkiye ile ilgili karar ve tavsiyeleri mutlaka uygulanmalıdır. Hukukun üstünlüğünü esas alan, insanlık onurunun öncelendiği genel bir adil yargı mekanizması işletilmelidir. 

Kürt meselesinin legal siyaset bağlamındaki temel muhataplarından Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerindeki siyasi ve yargısal baskılar kaldırılmalı, siyasi faaliyette bulunma ve örgütlenme hakkının gereği olarak, HDP çatısında siyaset yaptığı için hapsedilen tüm kişiler serbest bırakılmalıdır. Özellikle Anayasa Mahkemesinin adeta Demokles’in kılıcı gibi her an kapatma kararı vereceği izleniminin giderilmesi adına mevcut kapatma davası reddedilmelidir.  

İnsanların kendilerini özgür hissetmedikleri bir ülkede siyasetin, halk iradesinin ülke yönetimine yansıma işlevinden uzaklaşarak bir grubun başka grupları yıldırmaya dönüşeceği açıktır, nitekim öyle de olmuştur. Bu sebeple HDP’nin siyaset alanının genişletilmesi yalnızca parti mensupları veya oy verenleri değil, aynı zamanda tüm vatandaşların siyasete katılma, yönetimde söz sahibi olma gibi temel demokratik ilkelerin gereğidir.

Dil Hakkı, temel bir insan hakkıdır. İnsanların doğdukları veya sonradan edinmiş olsalar bile önceki nesillerden miras kalan dillerine sahip çıkma, onları yaşatma ve hayatın her alanında kullanma hakları engellenemez. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinde de bir hak olarak tanımlanan anadilde eğitim hakkının engellenmesi ayrıca pedogojik ve psikolojik sorunlara yol açtığı da bilinmektedir. Çocukların eğitim hakkından tam olarak yararlanması için ana dili temelli çok dilli eğitime geçilmelidir. 

Devletin, tüm vatandaşların ve vatandaş olmayıp üzerinde yaşayanların temel sağlık hakkını güvence altına alması bir zorunluluktur. Ancak sağlık hakkına erişim; sağlık sisteminin serbest piyasa ve  kapitalizme teslim edilmesi sonucu yalnızca ekonomik gücü bulunanların eriştiği özel bir hak haline gelmiştir. Özellikle son yıllarda ağır hastalıkların tedavisinde kullanılan birçok ilaç, sağlık sigortası kapsamından çıkarılmış ve insanların erişemeyecekleri hale gelmiştir. Oysa, aksine; hastalıkların tedavisinde kullanılan tüm ilaçların Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınması ve insanlar arasında sağlıklı yaşama hakkı bağlamında bir eşitlik sağlanması gerekmektedir.

2020 Mart ayı ile beraber Türkiye’yi de sarsan COVID 19 pandemisi; Devletin sağlık politikaları sebebiyle daha vahim bir hal almıştır. Öncelikle, tedaviye erişim herkesin ulaşabileceği bir sisteme oturtulmalı; yeterli sayıda sağlık personeli istihdam edilmeli, mevcut sağlık personellerinin üzerindeki baskı ve orantısız iş yükü giderilmeli, sağlık personellerine yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin önüne geçilmelidir. Hastalar açısından ise; olası bir hastalığa yakalanma halinde, işlerinden yoksun kalma korkusunu besleyen uygulamalar engellenmeli, bu konuda Devlet iş hayatına olumlu müdahalelerde bulunarak ekonomik kayıplar giderilmelidir. 

Son yıllarda etkisini oldukça artıran ekonomik kriz hali, kişiler açısından en temel ihtiyaçların bile karşılanamayacağı bir seviyeye gelmiş; barınma, beslenme, sağlığa erişim insani koşulların altına düşmüştür ve ne yazık ki bu kötü gidişat yanlış ekonomi politikaları sebebiyle artarak devam etmektedir.  En temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı bu ekonomik bunalım hali artan kalıcı işsizlikle beraber toplumsal bir travmaya dönüşmekte ve insanları derinden etkilemektedir. Devletin acilen makul, bilimsel, şeffaf ve ekonomi ilkelerine dayanan bir çözüm paketi ile bu ekonomik bunalımdan insanları koruması ve refah düzeyini insani koşullara çıkarması gerekmektedir. 

İfade Özgürlüğünü Engelleyen Uygulamalardan Vazgeçilmelidir.

İfade özgürlüğü, diğer tüm hakların yanı sıra ayrıca bireysel olarak kişilerin fikirlerini açıklama hürriyeti kapsamında son derece önemlidir. Birey olmanın bir gereği olarak, kendi fikir ve görüşlerini açıklayan kişiler, diğer taraftan demokratik bir ülke olma gayesinin bir gereği olarak da korunmalıdır. Ancak özellikle Türk Ceza Kanununda düzenlenen Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu, iktidara muhalif neredeyse her görüşün cezalandırıldığı bir silaha dönüşmüştür. On binlerce insanın yargılandığı bu suç, ifade özgürlüğünün kullanılması önünde büyük bir engele dönüşmüş ve korku iklimi etkisini giderek artırmıştır. Bu ve benzeri kanun maddelerinin kapsamı daraltılmalı; ifade özgürlüğüne en gel tüm uygulamalara derhal son verilmelidir.

Mültecilerin mevcut durumları özellikle son yıllarda Devletin yanlış iç ve dış politikaları sebebiyle toplumsal bir probleme dönüşmüş; hukuken mülteci bile sayılmayan göçmenler ile vatandaşlar arasında çatışmalara varacak raddeye ulaşmış ve mültecilerin yaşam hakları başta olmak üzere sağlık, eğitim, iş yaşamına katılım koşulları endişe verici hale gelmiştir. Mültecilerin özellikle iş yaşamında düşük ücretlerle kayıt dışı ve sigortasız istihdam edilmeleri, bir tür modern kölelik halini almıştır. Herhangi bir itirazda çeşitli baskı ve tehditlerle karşılaşan mülteciler aynı zamanda toplum yaşamının dışına itilerek sağlıksız koşullarda barınmak zorunda kalmış ve özellikle mülteci çocuklarının eğitim hakları son derece yetersiz ve niteliksiz, çoğu zaman yalnızca Türkçenin öğretildiği seviyede kalmıştır. Oysaki çeşitli zorlayıcı sebeplerle ülkelerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin geçici veya kalıcı olarak yurt edindikleri ülkeler en başta asgari temel haklarını sağlamalı ve onları yerleşik halka karşı korumalıdır. Bunun yanı sıra makro düzeyde sağlıklı bir dış politika ile komşu ülkeler ile iletişim güçlendirilmeli; komşu ülkelerin iç politikalarına müdahale etmemek koşuluyla kendi iç barışlarını sağlama konusunda katkı sunulmalıdır. Mülteci meselesinin çözülmesi; iki yönlü olarak, bir yandan mülteciler ile vatandaşlar arasında iç barışın ve kaynaşmanın sağlanmasıyla; diğer taraftan ülkelerine dönmek isteyen mültecilerin terk ettikleri ülkelerine daha iyi koşullarda dönmesi adına gidecekleri ülkelerin barış ortamına katkı sunacak dış ilişkiler kapsamında sağlanmalıdır. Özellikle Suriye devleti ile komşuluk ilişkileri geliştirilmeli; barışın inşası sağlanmalıdır. Diğer taraftan mültecilerin Avrupa devletleri ile ilişkilerde adeta bir koz olarak kullanılması politikası terk edilmeli; bu onur kırıcı tutum, mültecilerin esas alındığı bir çözüm yöntemiyle giderilmelidir.

Kadın Cinayetleri Artarak Devam Etmekte, Kadınlar Yaşamın Her Alanında Zorluklarla Mücadele Etmektedir.

Bu zorlukla günlük yaşamda devam ederken İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kabul edilemez bir geriye gidiştir. Türkiye İstanbul Sözleşmesine tekrar taraf olmalı ve Sözleşme doğrultusunda çıkarılan  6284 sayılı yasa etkin bir şekilde uygulanmalıdır. Kadın cinayetlerinde ceza yargısının önleyici etkisi, failleri özendirir derecede işlevsiz hale getirilmemelidir. Hiçbir toplumsal norm, töre veya gelenek kadına yönelik şiddeti aklayamaz; namus cinayeti olarak adlandırılan ve kadın cinayetlerine adeta toplumsal bir kılıf olarak giydirilen cinayetler Devletin gücüyle önlenebilir, kamu gücü bu konuda üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirmelidir. Kadınların iş yaşamına katılımları önündeki engeller kaldırılmalı ve cam tavan etkisi denen, kadınların iş yaşamında yükselmesi önündeki açıkça görünmeyen engeller kaldırılmalıdır. Ayrıca kadınların iş yerlerinde taciz boyutuna varan mobbingle karşılaştıkları birçok istatistik verisiyle tespit edilmiş bir durumdur. Bu kapsamda kadınların iş yaşamına katılımını teşvik edici girişimlerde bulunulmalı ve toplumsal cinsiyet eşitliği dikkate alınarak tekrar düzenlenmelidir.

Çocuklara İyi Bir Gelecek Hazırlamak Devletin Görevidir

Öncelikle çocuk cezaevleri derhal kapatılmalıdır. Çocuk haklarının bariz bir ihlali olan bu uygulamaya son verilmeli ve mahpus çocuklar topluma kazandırılmalıdır. Çocuk ceza hukuku kapsamında, çocuğu temel alan uygulamalar güçlendirilmeli ve kalıcılaştırılmalıdır. Bu konuda Devletin tüm idari ve adli organları, ayrıca STK’ler koordine bir şekilde çalışmalıdır.

Çocuk hakları konusunda gerek ulusal mevzuat gerekse uluslararası sözleşmeler uygulanmalıdır.

Aynı şekilde çocuklara yönelik şiddet ve hak ihlalleri, bu süre içerisinde devam etti. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra yurt, okul gibi kapalı kurumlar başta olmak üzere toplumsal yaşamda çocuklara yönelik artış gösteren cinsel istismar vakaları dikkat çekmektedir. Şiddet sonucu katledilen çocukların yanı sıra, çatışmalı ortamların varlık gösterdiği bölgelerde sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu da çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine, yine Türkiye’de 0-6 yaş arasındaki 700’ü aşkın çocuğunun annesiyle birlikte cezaevinde bulunuyor olmasına tanıklık ediyoruz. Türkiye’de çocukların haklarını güvence altına alan koruyucu yasaların yetersizliği ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği görülmektedir. 

Değerli Basın Emekçileri;

Sizlerle paylaştığımız ve açıklamaya çalıştığımız ihlaller basın açıklamasına sığdırılamayacak kadar geniş bir yelpazede cereyan etmektedir ve son derece ciddidir. Çünkü ihlaller yaygın ve sistematik bir hal almış durumdadır ve önlemeye yönelik siyasi bir irade görülmemektedir. Sonuç olarak diyoruz ki: 

Her koşul altında dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet, etnik ve kültürel farklılık ayrımı yapmadan BM Evrensel Beyannamesine taraf ülkelerin, yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyor, yaşam hakkının kutsal olduğu vurgusunda bulunarak özgürlüklerle dolu, insan onuruna uygun bir yaşam temenni ediyoruz. 

İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği
Diyarbakır Barosu
Diyarbakır Tabip Odası