Açılımın Bölgedeki Sonucu; Yine Ölüm, Yine Gözyaşı, Yine Yasaklar ve 23 bin 573 İhlal

20.07.2011

Değerli Basın Mensupları,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2010 Yılı Hak İhlalleri Raporunu açıklamak üzere bir aradayız. Her ihlal raporu açıklamasında, sizlere hiç de iç açıcı olmayan veriler sunmanın burukluğunu yaşamaktayız.
2010 yılına girerken, hükümetin açılım adı altında yürüttüğü çalışmalar sonucunda,  çözümsüzlük ve çatışma sürecinin barışçıl ve demokratik zeminde çözüleceğine dair büyük umutlar yaşanmıştı. Ancak, iktidarın farklılıklara ve muhalif seslere karşı geliştirdiği tahammülsüzlük, 2009 yılının sonlarında ve 2010 yılının başlarında estirilen barış ve çözüm umutlarının kısa sürede yok olmasına neden olmuştur.
Ekte sunduğumuz 2010 Yılı İhlal Bilânçosu ile son 5 yılın Karşılaştırmalı Bilançosunun da gösterdiği üzere; 2010 yılı, ciddi hak ihlallerinin yaşandığı bir yıl olmuştur. Buna göre bölgemizde 2010 yılı içerisinde 23 bin 573 hak ihlali meydana gelmiştir.

2010 yılında artarak devam eden operasyonların ardından PKK’nin 1 Haziran’dan itibaren çatışmasızlık sürecini sona erdirdiğine yönelik açıklamasıyla birlikte başlayan çatışmalar, ölüm ve yaralanma olaylarında büyük artışa neden olmuştur. Ağustos ayında PKK’nin duyurduğu eylemsizlik kararı ile yaşamını yitiren güvenlik görevlisi ve örgüt militanlarının sayısında bir azalma yaşansa da, operasyonların devam etmesi nedeni ile ölümler yaşanmaya devam etmiştir.
Çatışmaların yarattığı ölüm olaylarının yanında, güvenlik güçlerinin gerek toplumsal olaylarda gerekse kırsalda gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda sivil vatandaşlara yönelik yaşam hakkı ihlalleri de hızından bir şey kaybetmemiştir. Yine, mayın ve sahipsiz patlayıcılar sonucu ölüm ve yaralanmalar da yaşanmaya devam etmiştir. Güvenlik güçlerinin ihmali ve kastı sonucu gerçekleşen bu ölüm olayları kamuoyu vicdanını yaraladığı gibi, olayların sorumlularına karşı yürütülmeye devam edilen cezasızlık politikası da toplumun adalet duygusunu zedelemiştir.  
Operasyonlar ve çatışmalar sadece iki taraf arasındaki ölümlerle sınırlı kalmıyor. Şiddet yükseldikçe diğer alanlardaki hak ihlallerinde de yoğun artışlar yaşanmaktadır. 90’lı yıllarda bölge halkının kabusu olan köy yakmalar 2010 yılı içerisinde bir kez daha gündeme gelmiştir. Batman’ın Hasankeyf İlçesi’ne bağlı 3 köyün arazileriyle birlikte ateşe verilmesi buna bir örnektir. Sadece köy yakma olayları değil, çatışmaların yoğunlaşmasıyla birlikte doğa da bir bütün olarak tahrip edilmeye başlanmıştır. 2010 yılı içerisinde, ağırlıklı olarak askeri operasyonlar sonucu, güvenlik güçleri tarafından yakılan ormanlık alanların sayısında büyük artış yaşanmıştır. Yaz dönemi boyuncu bölgenin birçok alanında ormanlık alanlar ateşe verilmiş, onbinlerce hektar orman ve arazi yok edilmiştir.
Bununla birlikte bölgenin en büyük geçim kaynaklarından olan hayvancılığı büyük oranda etkileyen mera ve otlak yasakları da her geçen gün artış göstermiştir. Birçok alanda vatandaşların kırsal alana çıkışı yasaklanırken, bu yasaklamalar vatandaşları büyük ölçüde mağdur etmiştir.

Ülkemizde yıllarca süren çatışmalı süreçte toplumun vicdanını en çok yaralayan konu hiç şüphesiz kayıplar, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ve toplu mezarlar olmuştur. Derneğimize 2010 yılı içerisinde toplu mezarlar konusunda çok sayıda başvurular yapılmış ve derneğimizin yaptığı araştırma ve tespitler sonucunda çok sayıda toplu mezar tespit edilmiştir. Nitekim, dönemin tanıklarının yer göstermesi sonucu çok sayıda toplu mezarın ortaya çıktığına hepimiz tanıklık ettik.  Son olarak Bitlis’in Mutki İlçesi’nde ortaya çıkan çok sayıda toplu mezar bu sorunun ne kadar can alıcı ve aciliyet gerektiren bir sorun olduğunu bizlere göstermektedir. İHD olarak bu konuda çalışmalarımızı ve girişimlerimizi sürdürüyoruz. Ancak daha sağlıklı bir sonucun ortaya çıkması için her zaman dile getirdiğimiz gibi, acil bir şekilde hakikatleri ortaya çıkaracak bir komisyonun oluşumuna gidilmesi gerekmektedir.

2010 yılı içerisinde artarak yaşanan ve kamuoyu vicdanını yaralayan diğer bir konu da çatışmalarda sağ veya ölü ele geçirilen örgüt militanlarının cenazelerine yönelik uygulamalar olmuştur. Örgüt militanlarının cenazeleri güvenlik güçleri tarafından tahrip edilirken, vücut bütünlüklerinin gerek kimyasal maddeler, gerekse çeşitli yöntemler kullanılarak bozulması başta aileleri olmak üzere toplumda infiale neden olmuştur. Bizler insan hakları savunucuları olarak bu tarz yöntemlerin, başta temel insan hakları kriterleri olmak üzere, uluslar arası savaş hukuku ilkelerine de aykırı olduğunu tekrar vurgulamak isteriz.

Değerli Basın Mensupları,
2009 yılında başlayan ve 2010 yılının ilk aylarında devam eden Kürt siyasetçi ve sivil toplum örgütü temsilcilerine yönelik operasyonların yarattığı etkiyle, bir yıllık süreçte gözaltına alma ve tutuklama olayları da hızından bir şey kaybetmemiştir. Örgütlenme ve ifade özgürlüğüne karşı yargı eli ile yürütülen baskı politikaları sonucu, tutuklama ve yargılamalarda büyük artış yaşanmıştır. Özellikle, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri eli ile yürütülen yargılamalar sonucu verilen kararlar,  DGM ve Sıkıyönetim Mahkemelerinin verdiği kararları aratır duruma gelmiştir. Adalet duygusunu yitiren toplumlarda şiddet olaylarında büyük artış yaşandığını hatırlatır, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin ivedilikle kaldırılması gerektiğini bir kez daha vurgulamak isteriz. 

Yargı alanında yaşanan ihlaller, kamuoyunda KCK davası olarak bilinen dava dosyasında bariz bir şekilde gözler önüne serilmiştir. Başından beri çok sayıda hukuksuzluğun yaşandığı davada, yargılanan Kürt siyasetçi ve insan hakları savunucularının anadillerinde yapmak istedikleri savunma, mahkeme heyeti tarafından keyfi bir şekilde engellenmiş, böylece adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı ihlal edilmiştir.
2010 yılında basın yayın alanında yaşanan ihlaller, basın emekçilerine karşı yine yargı eli ile yürütülen baskılar dikkat çekicidir. Azadiya Welat Gazetesi eski İmtiyaz Sahibi Vedat Kurşun’a verilen 166 yıl hapis cezası yargı baskısının geldiği durumu ortaya koymaktadır.

Değerli Basın Mensupları,
Her fırsatta “ülkemizde işkence yoktur” diyen AKP Hükümetini tekzip eden vakaları raporumuzla kamuoyunun takdirine sunuyoruz. 2010 yılı içerisinde gerek gözaltında olsun, gerekse gözaltı yerleri dışında olsun işkence ve kötü muamele yine devam etmiştir. Özellikle toplumsal olaylarda ve gözaltına alınma işlemleri sırasında vatandaşların kolluk kuvvetleri tarafından darp edilmeleri, işkencenin artık sokağa taştığı yorumlarını güçlendirmektedir.

Türkiye’de her dönem ciddi hak ihlalleri yaşanan alanlardan biri de cezaevleridir. Şu anda cezaevlerinde bulunan onlarca insan, ölümcül hastalık nedeniyle adeta ölüme terk edilmiş durumdadır. İHD olarak çeşitli defalar gerek Adalet Bakanlığı ve Adli Tıp Kurumu, gerekse Cumhurbaşkanlığı nezdinde yaptığımız girişimlerden halen sonuç almış değiliz ve çok sayıda ağır hasta halen cezaevinde tahliye olacakları günü bekliyor.

2010, Kadına yönelik şiddetin, “namus” adına işlenen cinayetlerin hızından bir şey kaybetmediği bir yıl oldu. Kadın örgütlerinin, insan hakları savunucularının ciddi çalışmalarına rağmen, idari bürokrasideki ve yargıdaki eril anlayış, şiddet gören kadının korunması ve alternatif yaşam sürdürme olanaklarına kavuşturulması için ciddi eksiklikleri beraberinde getirmektedir. Birçok örnekte olduğu gibi, devlet yetkilileri ve kurumları, şiddete maruz kalan kadını koruması gerekirken, onu şiddeti uygulayanın kollarına atması, anlaşılır bir durum değildir.

Çocuklara yönelik hak ihlalleri de bu yıl devam etmiştir. Gerek güvenlik güçlerinin kastı aşan yönelimleri sonucu, gerekse mayın ve sahipsiz patlayıcılar sonucu yine onlarca çocuğumuz yaşamını yitirmiştir veya yaralanmıştır. TMK yasası kapsamında tutuklanan ve cezalandırılan çocuk sayısında büyük artış yaşanmış, yapılan yasal düzenlemelere rağmen çocuklar bu kapsamda tutuklanmaya ve cezalandırılmaya devam etmiştir.

Değerli Basın Mensupları,
Hazırladığımız raporda da ayrıntılı olarak yer verdiğimiz ihlalleri bu ülkenin ayıbı olarak görüyoruz. Verilere baktığımızda ihlallerde herhangi bir gerileme olmadığını net bir şekilde görebilmekteyiz. Yaşanan hak ihlallerinin önemli bir kısmı Kürt sorunu ve halen çözüm politikalarının geliştirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Kürt sorununun çözümü, bölgede artış gösteren askeri operasyonlar ve hükümetin yürüttüğü çözümsüzlük politikalarında değil, adil, barışçıl, herkesi kucaklayan ve sorunu derinlemesine ele alan acil çözüm politikalarının geliştirilmesinden geçmektedir. Hükümetin referanduma sunduğu Anayasa değişikliğinin ülkemizde yaşayan halkların sorunlarının çözümüne katkı sunmayacağını daha önceleri de belirtmiştik. Sorunların çözümü için, demokrasi, eşitlik ve özgürlük ilkelerini esas alan, toplumun tüm kesimlerini kapsayacak demokratik ve sivil bir Anayasa’nın hazırlanması şarttır.
Bu duygu ve düşüncelerle, içinde bulunduğumuz 2011 yılının çatışmasız, ihlalsiz, halkların bir arada özgür bir şekilde yaşadığı güzel bir yıl olmasını diliyoruz.