çocuk basın açıklaması

10.10.2009

 

                                             BASIN AÇIKLAMA

                         (Çocuklar geleceğimizdir, onlara dokunmayın)

 
                                                                                                                     
Değeli basın mensupları;
                                                                                                         
Birleşmiş Milletler “Çocuk Hakları Bildirgesi” Türkiye’de 1994’de resmi gazetede yayınlanıp yürürlüğe girmiştir. Çocuk hakları Sözleşmesi Madde 6 1. Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler. 2. Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler.
 
Türkiye’nin çekince koyduğu 3 madde de dikkat çeken temel unsurlar çocuğun etnik kimliğinden dolayı sahip olduğu temel haklardır. Bundan anlaşıldığı gibi Türkiye’de çocuklar etnik kimlikleriyle kendilerini ifade etme hakkına sahip değildirler. Tek millet, tek devlet anlayışı çocuk haklarının ifade edilmesinde de kendini olumsuz bir şekilde göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti sadece çekince koyduğu maddelerde değil, Sözleşme gereği kabul ettiği maddeleri de ihlal etmektedir. Özellikle son dönemlerde taş attığından veya zafer işareti yaptığından dolayı gözaltına alınan çocuklara yönelik işkence ve kötü muamele iddialarına dair başvuruların yaygınlaştığını görmekteyiz. Açık alanlarda yapılan eylem ve yürüyüşlerden sonra gözaltına alınan çocuklara 5 ayrı suçtan dolayı 10 ile 23 yıla kadar hapis cezaları verilmektedir. Çocukların gözaltına alınırken, yetişkinlerin mahkemesinde yargılanırken, tutuklu kalırken, yaşadıkları travmalar görülmemekte, Türkiye Cumhuriyeti anayasası, Çocuk Koruma Kanunu ile Türkiye’nin imzalayıp iç hukuk hükmü haline gelen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne uyulmamaktadır. Tam tersine devlet yetkililerinin bu çocuklara dair yaptıkları açıklamalarla onları hedef göstermekte, maruz kaldıkları uygulamaları meşru görmektedirler. Çocukları sokağa çıkaran tepki göstermelerine neden olan sorunları inceleme, araştırma yapılmadan daha fazla şiddet ve daha fazla ceza ile bu sorunun ortadan kalkacağını söyleyerek esas sorun olan “Kürt sorununu” görmezden gelmektedirler. 2005 ten sonra tüm yasal mevzuat Kürtlerin ve Kürt çocukların daha fazla ceza alması amacıyla değiştirildi. 2006’dan sonra taş atığı gerekçesiyle örgüt üyesi sıfatıyla 3000 çocuk yargılandı. Uzun süreler tutuklu kaldı. 1990’lı yılların başından beri 3.500 köy ve yerleşim yeri yakıldı. 4 milyon insan köyünden yerinden göç edildi. Son yirmi yılda 459 Kürt çocuğu rast gele ateş açılmak suretiyle öldürüldü. 25 yılda 62.000 insan yaşamını yitirdi. 5.800 insan faili meçhul cinayetlerde yaşamını yitirdi. 1.387 kişi gözaltına alındıktan sonra kaybedildi.
 
Kırsal alanda sürekli namlulara hedef olan Kürt çocukları, mayınlara kurban giden Kürt çocukları, güvenlik güçleri tarafından kamera önünde kolu kırılan Kürt Çocukları, Kızıltepe’de 12 yaşında 13 kurşunla güvenlik güçleri tarafından öldürülen Uğur Kaymaz Kürt çocuklarından, zafer işareti yaptığından dolayı 25 yıl ceza alan yine Kürt çocukları. 30 Eylül 2009 Lice de 12 yaşındaki ceylan güvenlik güçlerinin havan atışıyla yaşamını yitirdi. Tüm bu ölümden sonra güvenlik güçlerinin hep beraat etmesi hukukun Kürtlere karşı işlemediğini görmekteyiz.
Ülkemizde dezavantajlı konumundaki çocukların sayısında sürekli bir artışın yaşandığını da ifade etmek gerekiyor. Çocuklarına gerekli olan kamusal ilgiyi göstermeyen Türkiye, yanlış politikalar sonucu önce köprü altı çocukları sonra kibritçi kızları ile yakın zamanda zorunlu göçten etkilenen ailelerin sokakta çalıştırdığı, suça ittiği, baly tiner kullanan, gasp ve kapkaça karışan çocuklar şimdi de taş attığından dolayı 25 yıl ile cezalandırılan çocuklarla anılmaktadır.
Bu çocuklar nereden çıktı diyorlar. Köylerinden zorla göç ettirilerek büyük şehirlere gönderilen ailelerin çocuklarının nerede olması bekleniyordu ki. Büyük şehirlerde hayatta kalmak, tutunmak, açlığını gidermek, başını sokacağı naylondan yapılmış bir baraka bulmak dışında hiçbir gayesi olmayan ‘tutunamayanların’ çocukları sokaklara bir bir sızarak kamusal hayatımıza girdiler.  Sokağa evine katkı sunmak amacıyla çıkan çocuklar, sokakların özgür ortamında kötülüğün para ettiğini gördüler. Sigara ile tanıştılar. Birçoğunun babası evi terk ettiğinden veya ailesi çeşitli nedenlerden dolayı parçalandığından, yeterli ilgi görmediğinden, kardeş sayısı fazla olduğundan evinde ayrıldı. Sokaklarda bali, tiner, hap, esrar gibi maddeler kullanmaya başladılar, suçla tanıştılar. Aile desteği sıfırlanmış çocuklar sokaklarda çeşitli suçlara bulaşacak, madde kullanacak, organize işlere karışacak çocuklardandır diyebiliriz. Türkiye’de 1 milyon kişi açlık sınırında, 18 milyon kişi ise yoksulluk sınırın altında iken bu ailelerin çocuklarının nerede olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Çocuklara koruyucu ortamların yaratılması gerekiyor. Okullar koruyucu mekân olma özelliğini bir türlü kazanamadı. Türkiye bu gün itibariyle, sadece kendi çocuğunu seven bir toplumdur, çocukları seven özellikle dezavantajlı konumda olan çocukları seven ve koruyan bir toplum değildir.
Devletin, çocuğun sosyal, kültürel eğitimi bakımından gelişmesine katkıda bulunması, çocukluk çağlarının evreleri dikkate alınarak programlar geliştirmesi, çocuk psikolojisi, çocuk sağlığı ve eğitimi alanlarında ortaya çıkan verilerin ışığında okul öncesi ve okul çağı çocuklarının sorunlarına yardımcı olacak araştırmaların yapılması, çocuğun bütünlüğünün korunması, çocuğun korunması gerektiği hallerde onu koruma altına  alması gerektiğine dair yasal düzenlemeler var. Ama uygulama maalesef içler acısı. AB Komisyonunun 8 Kasım 2006’da yayımladığı Türkiye İlerleme Raporu'nun çocuk haklarıyla ilgili başlığında, ‘sokağa itilen çocuklar, çocuk yoksulluğu ve çocuk emeği olgularının’ belirgin şekilde sürdüğüne dikkat çekiyor. Sokakta çalışan ve yaşayan çocuk sorunun önemli nedenlerinden biride ‘zorunlu göç’ ve onun arka planında olan çözülmeyip görmezden gelinen ‘Kürt Sorunu’ dur. Bu sorunu demokratik yol ve yöntemlerle çözmek çocuk hakları açısından da ciddi ilerlemeler sağlar. Çocuklarımız geleceğimiz ise mayınsız ve diğer serbest patlayıcılardan arındırılmış, şiddet ortamının olmadığı bir toplum yaratmak ve uluslar arası sözleşmelerin gereğinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Türkiye ancak böylelikle çocuk dostu bir ülke olabilir.
Türkiye, B.M. Çocuk hakları Sözleşmesinin 17,29 ve 30 maddelerine Türkiye’nin koyduğu çekincenin kaldırılması amacıyla B.M.’in yaptığı uyarıları dikkate almamıştır. B.M.nin çekinceleri kaldırın dediği 17, 29 ve 30 maddelerindeki çekinceler hala yerinde durmaktadır. Yeni hazırlanan ve sonra da rafa kaldırılan Anayasa taslağında çocuklara dair düzenlemeler olmakla beraber bu içeriğin çocuk aktivistlerin önerileri ile birlikte düzenlenmesini ve soyut yerine getirilmesi belirsizliğe bırakılan söylem yerine içeriğinin somutlaştırılması gerekmektedir. Türkiye AİHM in zorunlu din dersinin kaldırılması ile ilgili kararını uygulayarak inanç yönünden tek tip çocuk yetiştirme politikasını terk etmelidir. Çocukların ve ailelerinin anadilde eğitim talebini görmeli, kendi kültürlerini yaşama geçirme hakkını tanımalıdır.
Çocuklar saftır, çocuklar masumdur.
Çocuklar savaşlardan, ölümlerden anlamazlar, hayatı oyun gibi algılarlar. Bedenlerinin parçalandığı ölümleri bilmezler, anlayamazlar. Çocukların silahların gölgesinde oynamadığı, küçücük yüreklerinin korkusuzca istedikleri yerde ve rahatça gezebildikleri bir dünya istiyoruz.
Çocuklar geleceğimizdir. Aydınlık bir gelecek istiyorsak Ceylanlarımızın öldürülmediği bir ülkede yaşamak istiyoruz..
Eşitçe ve kardeşçesine..
 
İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ ÇOCUK KOMİSYONU