BASINA VE KAMUOYUNA
(63. Yılında Evrensel Haklar Yine Ayaklar Altında!)
Değerli basın mensupları, sevgili insan hakları savunucuları;
Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 63. yıldönümü. Ne yazı ki Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamaktadır.
2011 yılında dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan deprem, sel, kuraklık vb doğal afetlerin ardından yüz binlerce insan kendi kaderleri ile baş başa bırakılmış, başta barınma, beslenme, sağlık, mülkiyet, iş ve eğitim hakkı olmak üzere pek çok hak ihlaline maruz kalmıştır.
Türkiye’de ise 2011 yılında Kürt sorunu, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi genel sorununun en önemli halkası olmayı sürdürdü. Diyalog ve çözüm süreçlerinden yaşanan tıkanma şiddet ve çatışma ortamının tırmanmasına dolayısıyla da yaşam hakkı ihlallerinde kaygı verici bir artışa yola açtı. Bunun yanı sıra işkence yasağı ihlalleri, özel yetkili mahkemeler, kamuoyunu yakından meşgul eden çeşitli davalardaki adil yargılanma hakkı ihlalleri, keyfi ve uzun süren tutuklamalar, düşünce ve ifade özgürlüğü, tutuklu gazeteciler, cezaevlerinde ölümler, vicdani ret, kadına yönelik şiddet, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler gibi başlıkların 2011 yılında öne çıktığını görüyoruz.
Yılsonuna doğru yaşanan Van depreminin yol açtığı ölüm ve yaralanmaların yanı sıra deprem sonrasında yardım ve önlemlerin hızlı ve gerektiği biçimde yapılmaması nedeniyle yaşam hakkı, barınma, beslenme, sağlık, mülkiyet, iş ve eğitim hakkı ihlallerinin yaşanıyor olması üzüntü vericidir.
Değerli basın mensupları;
Genel olarak ifade etmeye çalıştığımız çeşitli hak kategorilerindeki yaşanan ihlallere bir de kurumlarımıza ulaşan veriler ışığında bakmakta fayda bulunmaktadır.
2011 yılının ilk 10 ayında meydana gelen çatışmalarda 264 güvenlik gücü ve PKK militanı yaşamını yitirirken, 288 kişi de yaralanmıştır. Geçmiş yıllara nazaran büyük bir artışın olduğu görülen çatışmaların önemli bölümü Temmuz ayından sonra gerçekleşmiştir. Seçim sonrası ülkenin yeni bir demokrasi ve özgürlükler ortamına gireceği beklentisi varken, bir anda çatışmalı ortamın hakim olması, ülkeyi yönetenlerin ancak basiretsizliği ile açıklanabilinir.
Çatışmalı süreç sadece taraflar arasında can kayıplarına yol açmakla kalmamıştır. Bu yılın ilk 10 ayında güvenlik güçleri tarafından, faili meçhul bir şekilde, silahlı çatışmalarda ve mayınlar/patlayıcılar sonucu 60 sivil vatandaşımız yaşamını yitirirken, 196 sivil de yaralanmıştır.
Öte yandan çatışmalı sürecin yoğunca yaşanmaya başladığı 1988 yılından günümüze yani 24 yıl içerisinde 530 çocuğumuzu bu savaşa kurban verdik. Sadece AKP iktidarının 10 yıllık döneminde 152 çocuk yaşamını yitirirken, 2011 yılının ilk 10 ayında 15 çocuk yaşamını yitirmiştir. Görüldüğü üzere savaş can anlamaya devam ediyor. Barışta ısrarcı olmamızın en büyük nedeni kaybettiğimiz bu canları barış ortamında kaybetmeyeceğimizi bilmemizdendir. Ancak tüm ısrarlı taleplerimize rağmen bu ortam gerçekleşmemiş ve ülkemiz büyük bir belirsizliğe doğru yol almaya devam etmiştir.
Yine çatışma ortamının gelişmesiyle birlikte savaş hukukunu hiçe sayan olaylar da yaşanmıştır. Son olarak Hakkari’nin Çukurca İlçesi Kazan Vadisi’nde gerçekleştirilen operasyonda yaşamını yitiren PKK militanlarına yönelik kimyasal gaz kullanıldığı yönünde iddialar, kamuoyunun gündemini yoğun bir şekilde meşgul etmiştir. Ayrıca çatışmaların yoğun yaşandığı 90’lı yıllardan sonra bölgenin birçok alanında oluşan toplu mezarlar, ülkemizin bir gerçekliği haline gelmiştir. Uluslararası sözleşmelere göre suç olarak görülen böylesi bir yönelim ülkede adalet duygusunu ciddi oranda zedelemiştir.
İHD Diyarbakır Şubesi’nin Ağustos ayında açıkladığı 90’lı yıllardan günümüze “Kimyasal Silah Kullanımı Raporu”na göre çatışmalı dönemde 47 kez kimyasal silah kullanıldığı bu olaylarda 437 kişinin yaşamını yitirdiği ileri sürülüyor. Bu ciddi bir iddiadır ve mutlaka araştırılması gereken bir olgudur.
Yine İHD’nin Eylül ayında açıkladığı “Toplu Mezar Raporu”na göre bölgede 224 toplu mezarda 3058 kişiye ait kemikler bulunmaktır. Böylesi açık bir tablo önümüzdeyken bu konuda halen ciddi bir girişimin olmaması düşündürücüdür. Bu toplu mezarların açılarak içinde bulunan kemiklerin ailelerine verilmesi acil yapılması gerekenler arasındadır.
Ülkemizde halen yaşanmakta olan en büyük sorunlardan biri, gerek ülke çapında gerekse uluslararası alanda sıkça eleştirilen düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlallerdir. Düşünceleri nedeniyle binlerce kişinin yargılandığı ülkemizde gözaltına alma ve tutuklanmalardaki artış, nasıl devasa bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne sermektedir. 2011 yılının ilk 10 ayında sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde 5331 kişi gözaltına alınırken, 1589 kişi de tutuklanmıştır.
2010 yılının Haziran ayında kamuoyunda “TMK mağduru çocuklar” olarak bilinen tutuklu çocuklara yönelik yasa değişikliği gerçekleşmiş, cezaevlerindeki çok sayıda çocuk tahliye edilmişti. Ancak 2011 yılında çocukların tutuklanmasındaki artış bu yasanın ne kadar içi boş olduğunu bizlere göstermiştir. Bu yılın ilk 10 ayında 649 çocuk gözaltına alınırken, 187 çocuk tutuklanmıştır.
2011 yılında düşünce ve ifade özgürlüğü alanında maalesef hiçbir iyileştirici adım atılmamıştır. Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) en az 14 maddede düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve cezalandıran hükümler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Terörle Mücadele Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda ifade özgürlüğünü sınırlayıp cezalandıran hükümler bulunmaktadır.
Düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki kısıtlılıklar en çok basın özgürlüğü konusunda kendisini göstermiştir. Halen Türkiye cezaevlerinde 71 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Yine yüzlerce gazeteci, yayıncı ve aydına çeşitli gerekçelerle çok sayıda dava açılmıştır. AKP hükümetinin ülkede bulunan tüm muhalif kesimlere yönelik baskıcı yöneliminden nasibini alan muhalif medya adeta sindirilmiş, ülkemizde “tek tip gazetecilik” olarak tarif edilebilecek şekilde hiçbir çatlak ses çıkaramayan bir medya sistemi oluşmuştur.
Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki kolay tutuklama sebeplerinin varlığı, gizli tanıklıkla ilgili hükümler, telefon dinleme ve teknik takip uygulamaları, düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller ve adli kolluğun bulunmayışı adil yargılanma hakkı önündeki önemli engeller olarak sıralanabilir. Bu bağlamda Ergenekon, KCK ve Hopa olayları gibi soruşturmalarda yaşanan gözaltı ve tutuklamalar kitlesel bir boyut kazanmıştır. Son olarak İstanbul merkezli düzenlenen ve 16 ili kapsayan operasyonlarda yargının eli artık savunmaya uzanmış, çok sayıda avukat gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Bu açık bir şekilde savunmaya karşı işlenmiş ağır bir suçtur ve kabul edilemez bir durumdur. Yine KCK Davası duruşmalarında yargılananların anadilleriyle savunma yapma taleplerinin kabul edilmemesi, hem asimilasyon politikalarının bir parçasıdır, hem de savunma hakkına vurulmuş en büyük darbedir.
2011 yılında cezaevlerinde tutulan mahpusların sayısı artmaya devam etmiştir. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, 30 Nisan 2011 itibariyle bu rakam 124.074’e ulaşmıştır. Mahpusların 53.796’sı tutuklu, 70.278’i hükümlüdür. Çocuk mahpusların sayısı 2290’dır. Yetişkin mahpuslarda tutuklu oranı %42.4 iken, çocuk mahpuslarda tutuklu oranı %90.4’tür. Tutuklama oranının yüksekliği baskıcı bir tutuklama rejimi olduğunu bize tekrardan göstermektedir.
Cezaevleriyle ilgili yaşanan en önemli sorun ise hasta mahpusların durumudur. Yaptığımız araştırmalara göre halen Türkiye cezaevlerinde 263 ağır hasta mahpus bulunmaktadır. Bunlardan 135’i ölüm sınırındadır ve tahliye edilmeyi beklemektedir. Ancak, yapılan tüm girişimlere rağmen ölümün eşiğinde olan bu mahpuslar tahliye edilmemekte, adeta ölüme terk edilmektedirler.
2011 yılında da “işkenceye sıfır tolerans” söylemi lafta kalmaya devam etmiştir. 10 aylık verilere baktığımızda bölgemizde 1337 kişi gözaltında, gözaltı yerleri dışında ve toplumsal olaylarda işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır. Son yıllarda özellikle gözaltı merkezleri dışında işkence ve kötü muamele uygulamalarının sıklığı artmakta, cezasızlık işkenceyi teşvik etmektedir. Hala işkence yapanlara resen dava açılmıyor, açılan davalar da çok uzun sürüyor, beraat ya da en asgari cezalar ile sonuçlanıyor. Kaldı ki mevcut mevzuatımızda da hala “zamanaşımı” gibi mutlak yasak anlayışıyla bağdaşmayan pek çok düzenleme bulunuyor.
Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülke olma özelliğini korumaktadır. 2011 yılında her gün ortalama 3 kadın öldürülmüştür. Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışıyla bakmaları ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir. İnsan Hakları kuruluşlarının verilerine göre bu yılın ilk 10 ayında sadece bölgemizde 42 Kadın toplumsal alanda, aile içi şiddet nedeniyle veya namus cinayeti adı altında öldürülürken, 104 kadın şiddete, taciz ve tecavüze maruz kalmıştır. Yine bu yıl 60 kadın intihar ederken, 22 kadın ise intihara teşebbüs etmiştir.
Ayrıca ülkede cinsel kimlikleri, kadın ve erkek olarak mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında farklı cinsel yönelimi olanlar ciddi ayrımcılığa ve nefret içerikli saldırı ve şiddete maruz kalmaktadırlar.
İşyerlerinde sağlık ve iş güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi nedeniyle her geçen gün iş kazaları ve meslek hastalıkları artmakta işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden alınmaktadır.
Sadece bölgemizi kapsayan bu rakamları Türkiye geneline taksim ettiğimiz zaman nasıl korkunç bir sonuçla karşılaşacağımızı tekrardan belirtmek isteriz.
Değerli basın mensupları;
Bugün yürüyüşe başladığımız yerden İnsan Hakları Anıtı’na kadar gelirken, dili yasaklı olan bir halkın diliyle Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi dağıttık. Bu bildirgenin üzerinden 63 yıl geçmesine rağmen yukarıda sıraladığımız hak ihlalleri verilerine baktığımızda ülkemizde insanların demokratik ve özgür bir şekilde yaşayabileceği bir ortam halen tesis edilmemiştir. Bunun en açık örneği, yarın bu alanda kurmayı planladığımız “İnsan Hakları ve Özgürlük” çadırımızın valilik kararıyla yasaklanma kararıdır. Bizler merak ediyoruz; sayın Vali, böylesi bir yasaklamayı nasıl içine sindirebilmiştir? İnsan Hakları alanında faaliyet yürüten kuruluşların yapmak istediği böylesi masumane bir etkinliğin yasaklanması hangi demokratik ülkede görebilirsiniz? Diyarbakır Valili çıkıp bunu açıklamalıdır ve kamuoyuna hesap vermelidir.
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 63. yılını kutladığımız bugün, başta bölgemizde olmak üzere, ülkemiz ve dünyada hak ihlallerinin yaşanmadığı bir geleceğin özlemiyle tüm insanların gününü kutluyoruz.
İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ
MAZLUMDER DİYARBAKIR ŞUBESİ
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI
DİYARBAKIR BAROSU
DİYARBAKIR TABİP ODASI