2011 yılı şiddetin ve insan hakları ihlallerinin çok fazla arttığı bir yıl oldu. Ama egemen olan tarafından egemenlik kurmak üzere uygulanan iki şiddetin bu yıl daha çok arttığına tanık oldu. Bir yandan sorunları ya şiddetle öldürüp yok ederek ya da en küçük hak taleplerini bile polis asker ve yargıyı devreye sokarak baskı ve cezalandırma ile bastıran devlet şiddeti bir yanda da erkeklerin eşleri sevgilileri, kızları ve kız kardeşlerine yaşattıkları şiddet ve ölüm 2011 yılının karakteristiği oldu.
2011 yılında basına yansıyan ve derneğimize yapılan başvurulara göre 464 kadın en az bir erkek tarafından şiddet gördü. 194 kadın ne yazık ki erkeklerden gördüğü şiddet nedeniyle hayatını kaybetti. Namus cinayetlerinde 12 kadın öldü 3 kadın yaralandı.75 kadın ev içinde şiddet taciz ve tecavüze uğradı. Ölümleri ve aile içi şiddeti ancak gerek derneğimize gerek kolluğa başvurulduğu oranda öğrenebiliyoruz. Şiddet gören ve katledilen kadınların gerçek sayısının bunun çok üzerinde olduğunu hepimiz biliyoruz.
2011 Yılı raporlarımızda da görüldüğü üzere ülkemizde kadının insan haklarının korunması ve geliştirilmesi anlamında etkin politikalar ve uygulamada düzenlemeler çok yetersiz. Yapılan yasal iyileştirmelere rağmen yargı mekanizmasının ve idari yolların yetersizliği ve etkisizliği nedeniyle uygulamada kadınların eşit yaşama isteği mücadelesini ve inancını tatmin edecek bir gelişim sağlanmadığı görülmektedir. Geçtiğimiz yıl tanık olduğumuz ve hala her gün basın ve yayın organlarında, kentimizde, mahallemizde, duyduğumuz kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz, psikolojik, ekonomik ve fiziksel şiddet, kadın hareketi ve insan hakları savunucularında bir kırılma yaratmaktadır
Kadına yönelik şiddet ülkemizde çok konuşuluyor. Kadınlar bu şiddetin nasıl ortadan kaldırılabileceği, geri dönülmez sonuçlara yol açmasını engellemek ve yarattığı fiziksel ruhsal tahribatı onarabilmek için yapılabileceklerin hepsini sürekli olarak anlatıyorlar. Bu kadar çok konuşmaya karşın, ülkemizde yasaları ve toplumdaki egemen zihniyeti çok az etkileyebildiğimiz ve değiştirdiğimiz ortadadır. Kadınların gündeme getirmesiyle kadına yönelik şiddeti önlemek için pek çok kurum kampanyalar yaptı. Ama sonuçlarının daha çok ölüm, tecavüz, şiddet olması, yargının kadınların kanayan yaralarını saracak biçimde çalışmaması hepimizi bu kurumların ne yaptıklarını gözden geçirmemizi gerektiriyor.
Kadınların ve insan hakları savunucularının yirmi beş otuz yıldan beri sürdürdüğü mücadele sonucunda hükümet kabinesinde kadınlardan sorumlu kadın bakanlar kadınların taleplerine uygun kadına yönelik şiddeti engellemek üzere yasa tasarıları hazırladılar. Bu tasarılar erkeklerin ezici çoğunluk oluşturduğu meclis ve kurullarında budandı; kadınların yok sayılmaya devam edildiği yasama süreçleri sonucunda erek egemen değerleri koruyan kadının erkeğe bağımlılığını koruyan yasalar yapıldı.
Kadınlar en çok eşleri tarafından şiddete uğramakta ve öldürülmekte iken kadına yönelik şiddeti önlemekle ilgili olduğu söylenen yasa ne yazık ki aileyi koruma kanunu olarak çıktı ve önceliğini kadının yaşam hakkına ve bedensel bütünlüğüne değil aileyi koruma ve sürdürmeye verdi.
Yasa böyle çıkınca uygulayıcıların zihniyetini değiştirmeye yönelik etkin bir çaba içine girilmemiş kadınlar aileyi koruma yasasına göre koruma altındayken de şiddete uğramış ya da hayatlarını kaybetmişlerdir. Cinayetlerin artarak devam etmesi üzerine kadınların yükselttiği ses yasanın yeniden düzenlenmesini zorunlu kılmış, kadınların taleplerini büyük oranda içeren kadından sorumlu bakanlığın hazırladığı taslak yasa komisyonlarında yine erkeklerin müdahalesiyle değiştirilerek kadınları değil, aileyi ve erkeği koruyan bir içerik almıştır.
Türkiye’nin demokrasi ve insan haklarına uygun bir anayasa ve devlet yapısıyla çözülebilecek olan Kürt sorununu talep edenleri ölüm ve şiddet yoluyla bastırmayı seçmiştir. Bu politikayla devlet sorunların bir çözüm yolu olarak öldürme ve şiddet uygulamayı her gün hepimizin aklına kazımaktadır. Devlet kendi şiddetini uygularken öldüreni suçlu görmek bir yana mükafatlandırmaktadır. Bu politikayla öldürmek suç olmaktan çıkartılmakta saygın bir eylem haline getirilmektedir. Özellikle aile iç şiddetin yaygınlaşması ve kocasından boşanan ya da boşanmak isteyen kadınların katlindeki artış devletin bu çözüm yönteminin toplumda benimsendiğini ve yaygın biçimde uygulandığını düşündürmektedir.
Geçtiğimiz yıllar kadına yönelik şiddetin engellenmesi konusunda medya ordu ve diyanet işleri başkanlığı da kendince görev almış ve kampanyalar düzenlemişlerdir. Ordu er eğitiminde, medya yayınlarında diyanet işleri vaazlarında bu konuyu işleyeceklerini ve işlediklerini söylemişlerdir.
Devlet şiddetini egemen şiddet olarak meşrulaştıran kurum olan ordu da bu sorun nasıl ele alındı ve işlendi bilmiyoruz. Ama ordu itaat etmeyi şiddetle sağlar, itaat etmeyeni cezalandırır, kurulu düzeni korumak üzere oluşmuştur ve bizim ülkemiz özelinde kurulu düzeni korumak üzere EMASYA protokolü gibi kendine görevler çıkarma geleneği vardır. Bu yapısı ile ordunun şiddeti engellemeye örnek bir kurum olmadığı açıktır. Ayrıca şüpheli asker ölümleri, disco gibi cezalandırma yöntemleri ile itaat etmeyene şiddet uygulayan bir kurumun şiddetin azalmasına örneklik edemeyeceği açıktır.
Ordu ve diyanet işlerinin kadınlara kapalı kurumlar olması erkek askerin erkek ere, erkek imamın camiye giden Müslüman erkeğe ne anlattığını öğrenmek denetlemek ve değiştirmek olanağı bulunmamaktadır. Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin artışı bu kurumların bu güne kadar gösterdikleri geleneksel yaklaşımın dışına çıktıklarını düşündürmemektedir. Belki de sorunu hem kendilerince ele aldıkları hem de daha çok gündeme getirdikleri için toplumsal cinsiyet rollerini ve egemen erkek yaklaşımını daha da pekiştirdikleri ve kadın katliamının artışına yol açtıkları düşünülebilir.
Medya bir yandan kadına yönelik şiddetin boyutlarını ortaya çıkarırken bir yandan da genel olarak kadına yönelik geleneksel tavrını değiştirmediği için kadını değersizleştirmekte ve cinsel obje haline getirerek saldırıya açık hale getirmektedir. Reyting ve tiraj için geleneksel kadını aşağı ikincil ve erkeğe bağımlı gören egemen değerleri sorgulamak yerine sürekli yeniden üretmekte ve öğretmektedir. Genel olarak insan hakları söz konusu olduğunda da egemen milliyetçi ve resmi devlet yaklaşımın besleyen değerlere uygun yayın yapan medya kadına yönelik şiddetle ilgili samimi olarak mücadele etmek istiyorsa “boşanmış kadın, beraber yaşadığı adam tarafından öldürülen/şiddet gören kadın, dul kadın, eşini aldatan kadın” gibi ifade ve yorumlardan kaçınarak, ancak bütünlüklü bir yaklaşımla soruna yaklaştığında bu konuda katkı yapabileceğini ayırt etmelidir.
Sonuç olarak kadına yönelik şiddetin engellenmesi kadının erkeklerle eşit haklara sahip olması, herkesin insan haklarına sahip olması ve haklarının korunması ile mümkündür. Hemen alınacak önlemler ve yapılması gerekenler kadın hareketi tarafından on yıllardır dile getirilmektedir. Yeni anayasa hazırlanırken ve kadına yönelik şiddeti engelleme yasası çıkarılırken bu taleplerin dikkate alınması gereklidir. Devlet ve hükümet sorunların sorunu dile getireni şiddet uygulama yoluyla bastırarak çözmek politikalarını bırakmalı dır.
İHD, bir kez daha kadınların insan hakları ihlali yaşamayacağı yıllarının olmasını diliyor.
İHD’li Kadınlar