BASINA VE KAMUOYUNA-26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü'ne ilişkin basın açıklaması metni

26.06.2015

Değerli Basın Emekçileri,

Bugün, “26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü”.

 

Birleşmiş Milletler (BM), uzun yıllar süren hazırlık çalışmaları ve tartışmalar sonucunda 1984 yılında İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme”yi kabul etmiş, yeterli sayıda devlet tarafından imzalanmasından sonra 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 1997 yılında da, sözleşmenin taşıdığı önem nedeniyle 26 Haziran’ı işkence görenlerle dayanışma günü olarak ilan etmiştir. Ayrıca, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi (m.5), BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (m.7), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ( m.3), BM İşkenceye Karşı Sözleşme, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü ( m.7) ve iç hukukta da Anayasa ( m.17), TCK (m.94) işkenceyi açıkça yasaklamaktadır.

 

İşkencenin, bireyin bedensel ve ruhsal bütünlüğünü bozarak itiraf amaçlı bir şiddet uygulaması olduğu, kişinin benlik duygusunu yok ederek sindirmeyi, caydırmayı hedeflediği bilinmektedir. İşkencenin görünür kılınması, övülmesi, cezasızlıkla ödüllendirilmesi dikkate alındığında onun sadece bireye yönelik bir saldırı olmadığı, başta işkence görenlerin yakınları olmak üzere tüm topluma verilen bir gözdağı olarak kullanıldığı açıktır.

 

Değerli Basın Mensupları,

İşkence ve kötü muamele, hala ülkemizdeki insan hakları ihlalleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Güvenlik güçlerinin gözetim ve denetimi altındaki yerlerde, yakalama sonrası alıkonulan araçlarda, farklı amaçlarla kullanılan depolar gibi yasadışı toplama alanlarında, gözaltı merkezlerinde, cezaevlerinde, askeri kışlalarda işkence halen devam etmektedir. Ayrıca, son bir kaç yılda en uç örneğini 2013 yılı Gezi parkı direniş sürecinde, 6-7 Ekim 2014 Kobanê Protestoları sırasında, 2015 yılı dahil 1Mayıs kutlamaları sırasında gördüğümüz üzere, temel bir hak olan toplantı ve gösterilere yönelik kolluk güçlerinin müdahalesiyle işkence ve diğer kötü muamele fiilleri sokakta, açık alanda da yapılır hale gelmiştir.

 

Anayasa ve uluslar arası sözleşmelerden kaynaklı gösteri, toplanma ve yürüyüş hakkını kullanan vatandaşlara karşı polisin aşırı güç uygulaması ve insan sağlığına, vücut bütünlüğüne, yaşam hakkına saldırı niteliği taşıyan kimyasal silah kullanımı ciddi bir tehlike olarak devam etmiştir. Siyasi otoritenin emri, onayı ve kimi hallerde göz yumması ile gerçekleşen kolluk güçlerinin bu orantısız, hukuk dışı zor kullanımı, işkencesi, demokrasi ve insan hakları açısından başlıca tehdit haline geldiği gibi yüzlerce kişinin bu saldırılar sonucunda yaşam hakkı ihlal edildi ve yaralandı.

 

‘Biber Gazı Yasaklansın Platformu’nun 2014 yılı değerlendirme raporuna göre, 2014 yılında 463 kişi yaralanmış, 5 kişi de yaşamını yitirmiştir. Birçok değişik ilde toplamda 224 gün gaz solunmuştur. İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) ise 2014 yılında işkence gördüğünü belirten 141’i çocuk olmak üzere 1508 kişi başvuruda bulunmuştur. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) ise, 2014 yılında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 787 kişi başvururken, 2015 yılının ilk beş ayında bu sayı 280 kişiye olarak belirtilmektedir.

 

Değerli Basın Emekçileri,

Hapishaneler işkence uygulamalarının en yoğun yaşandığı yerlerdir. F tipi hapishanelerde uygulanan tecrit, açık bir işkencedir. Uluslararası sözleşme ve bildiriler, tecridi açık bir şekilde yasaklar. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi, mahpusların günde minimum 8 saat bir arada bulunma haklarını tanırken, hapishanelerde kişilerin birbirlerini görmeyecek şekilde tutulmaları açık bir hukuk ve insan hakları ihlalidir. Tecride dayalı koşullar tutuklu ve hükümlülerin ruh ve beden bütünlüklerini tehdit etmektedir. Ayrıca mahpusu insan saymayan zihniyet, gerek yasal düzenlemelerde, gerek uygulamada devam etmektedir.

 

Çocuk hapishanelerinde, çocuklar hapishane yetkililerinin teşvikiyle diğer çocukların cinsel istismarına ve şiddete maruz kalmaktadır. Çocukların hapishanelerde olmaması gerektiğinden bahisle buraların kapatılmasına yönelik kampanya, devlet kademelerince ciddiye alınmamakla birlikte çocuklara uygulanan cinsel istismarın belgelenmesi ve kamuoyuna yansıtılması sonucu 2012 yılında devletin kapatmak zorunda kaldığı bir çocuk hapishanesinde sorumlular yerine buradaki işkenceyi ortaya çıkaranların tutuklanarak cezalandırılması kamuoyuna yansımıştır.

 

Yıllardır cezaevlerinde ağır insan hakları ihlallerine yol açan kronikleşmiş sorunları görmezden gelen, tüm sorunu da Adalet Bakanlığı ile İç İşleri Bakanlığı arasındaki cezaevleri güvenliğine yönelik yetki paylaşımına indirgeyen AKP Hükümeti, 15 Ocak 2013’te “Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı”nı Meclis Başkanlığına sunmuştu. Tasarı, 27 Haziran 2014 tarihinde Adalet Komisyonundan geçti ve TBMM Genel Kurul gündeminde beklemektedir. Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu tasarısı ile hapishanelerdeki baskıların artırılması hedeflenmektedir. Yasa tasarısı, hapishanelerde mahpuslara karşı güvenlik amacıyla eğitimli köpeklerin, kapalı alanda kullanımı yasak olan biber gazının, ne olduğu anlaşılamayan tozların yanı sıra basınçlı su ve daha da önemlisi ateşli silahın temel müdahale aracı olarak kullanılmasını amaçlamaktadır. Kolluk güçlerinin müdahalesinin yasal hale geleceğinin belirtildiği yasa tasarısı, fiziksel gücün endişe verici boyutta uygulamaya sokulmak istendiğini ortaya koymaktadır.

 

Değerli Basın Mensupları,

İşkencenin devam etmesinin en önemli nedenlerinden birisi olan cezasızlık, yalnızca adalet sistemindeki bir aksaklık sorunu değil, bilinçli uygulanan bir sistem politikasıdır. Bu sorunu güncel kılan faktör tüm ulusal ve uluslararası belgelerle yükümlülük altına alınmış olmasına rağmen işkence suçunu işleyenlerin kurumsal düzeyde korunuyor olmalarıdır. Gözaltına alınan insan sayısı kadar milyonlarca işkence vakası, binlerce işkence faili olmasına rağmen yargı makamlarınca cezalandırılan işkencecilerin sayısının çift haneli sayıları tüketemeyecek kadar az olması, bir çok işkence davasının kasıtlı bir şekilde zamanaşımından düşürülmesi, işkenceden sorumlu kişilerin terfi etmesi, milletvekili, hatta bakan olabilmesi, halen devlet kademelerinde çalışıyor olmaları, işkencenin devlet tarafından korunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

 

1990’lı yıllarda meydana gelen ağır yaşam hakkı ihlallerine ve işkencelere yönelik soruşturmalar ise, 2010 yılından itibaren zamanaşımı bahanesiyle kapatılmıştır. Faillerin önemli bir kısmı hala kamu görevi yürütmektedir 2010 referandumunun ardından 12 Eylül cuntasının mağdurları tarafından adil bir yargılama düşüncesiyle yapılan suç duyuruları takipsiz kalmış, açılan bazı davalar da zamanaşımı gerekçesiyle düşürülmüş, dönemin failleri korunmuştur. Cezasızlık filtresinden geçerek açılabilen davalar ise davayı sahiplenen mağdurların ve demokratik kurumların katılımlarının önüne geçmek için “kamu güvenliği” bahanesiyle görülmesi gereken yerlerden kilometrelerce uzağa nakledilmiştir.

 

İşkence ile etkin ve önleyici tedbirlerin alınmamasının yanı sıra işkence ile mücadele eden kişi, kurum ve insan hakları örgütleri ise cezalandırılmak istenmektedir. Kurulduğu 1990 yılından bu yana yaklaşık 15 binin üzerinde işkence gören kişiyle temas etmiş ve varlık sebebi gereği tüm kaynaklarını bu kişilerin tedavi ve rehabilitasyon süreçlerine seferber etmekte olan Türkiye İnsan Hakları Vakfı, bir süredir Sosyal Güvenlik Kurumu’nun son derece haksız ve kasıtlı uygulamalarına maruz kalmaktadır. Hiç bir haklı gerekçe olmadan vakfa 130 bin TL ceza kesilmiştir.

 

Sonuç olarak, biz aşağıda imzası olan kurumlar, işkencesiz bir gelecek için şu taleplerimiz ifade etmek istiyoruz.

 

1.      İşkencenin önlenmesi için kişinin yaşam hakkına, bedensel ve zihinsel bütünlüğüne saygı gösterme ve korumanın temel ilke olarak kabul edilmesini, buna uymayan tüm kişilerin işkence suçu ile etkin soruşturma sürecinden geçirilerek yargı önüne çıkarılmasını istiyor ve devleti cezasızlık politikasından vazgeçmeye davet ediyoruz.

 

2.   OPCAT uyarınca oluşturulması gereken bağımsız ve tarafsız ulusal önleme mekanizması niteliğinde olmayan Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun kaldırılmasını, OPCAT ve SPT önerileri ışığında amaca yönelik etkin bir Ulusal Önleme Mekanizması oluşturulmasına yönelik ilgili tüm tarafların katılımı ile bir hazırlık süreci planlanmasını, alıkonma yerlerinin tüm sivil ve demokratik kitle örgütlerinin denetimine açılmasını,

 

3.  Toplumsal gösterilerin dağıtılmasında kullanılan ve bileşimindeki maddelerin insan ölümlerine ve sakatlıklarına yol açtığı defalarca belgelenen biber gazının, kimyasal içerikli her türlü toz,gaz ve sıvının alımının ve kullanımının yasaklanmasını,

 

4.   İnsanlık suçlarının zamanaşımı ile korunamayacağı genel hukuk ilkesinden hareketle zamanaşımı sebebiyle düşürülen işkence davalarının yeniden görülebilmesinin önünü açan düzenlemeler yapılmasını,

 

5.  Devlet yetkililerinin, siyasal iktidarın basın yoluyla kullandığı aşağılayıcı, kışkırtıcı, paramiliter güçlerin linç girişimlerini, işkenceyi ve işkenceciyi öven şiddet dilini değiştirmesini ve hazırlanan yargı reform paketlerinde işkencenin insanlık suçu olduğunu ısrarla vurgulamasını,

 

6.  Çocuk yargılamalarının uluslararası çocuk hakları sözleşmesine uygun olarak yapılmasını, çocuk tutukluluğuna son veren yasal düzenlemelerin gerçekleştirilerek çocuk hapishanelerinin kapatılmasını, kapatılıncaya kadar bu hapishanelerin insan hakları örgütlerinin denetimine açılmasını, işkence ve kötü muamele uygulayanların ve sorumluların yargılanmasını ve bu uygulamaya maruz kalan çocukların rehabilitasyonu için Adalet Bakanlığı’nın ödenek-bütçe oluşturmasını talep ediyoruz.

 

 

 

 

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD) DİYARBAKIR ŞUBESİ

 

TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI (TİHV) DİYARBAKIR TEMSİLCİLİĞİ

 

DİYARBAKIR BAROSU

 

DİYARBAKIR TABİP ODASI

 

SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ SENDİKASI (SES) DİYARBAKIR ŞUBESİ