23 yıl önce kabul edilen Dil Hakları Evrensel Bildirgesi, insan haklarına dair en temel metin olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne atıfta bulunarak, “bütün halkların eşit dil haklarına sahip olduğunu”, “herkesin kamusal alan içindeki tüm faaliyetlerini kendi anadilinde yürütme hakkına sahip olduğunu” ve “tüm halkların üzerinde yaşadıkları toprak parçası içerisinde kendi anadillerini resmi olarak kullanma hakkına sahip olduğunu” belirtir. Yine aynı şekilde 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren Çocuk Hakları Sözleşmesinin 17, 29 ve 30 maddelerinde çocukların eğitim süreçlerinde ve sosyal yaşantılarında anadil haklarına vurgu yapmaktadır. Ancak gerek ülkelerin yasalarında gerekse de uygulamalarında dil haklarına riayet edilmediği ve birçok dilin bilinçli bir şekilde yok edildiği veya unutulmaya terk edildiği bilinmektedir. UNESCO, tüm dünyada dilsel farkındalığı arttırmak, hükümetlerin dil haklarına saygılı olmalarını teşvik etmek ve dilsel çeşitliliği korumak amacıyla 21 Şubat gününü 1999 yılından beri, Dünya Anadil Günü olarak ilan etmiştir. Bilindiği gibi, 1952 yılının 21 Şubat gününde, o zaman Pakistan işgalinde olan Bengal topraklarında Bengal dilinin yasaklanmış olmasını protesto eden üniversite öğrencilerine Pakistan polisi tarafından ateş edilmiş ve bu olayda birçok öğrenci hayatını kaybetmiştir. Sonraki günlerde devam eden olaylarda yaşam hakkı başta olmak üzere birçok temel insan hakkı ihlali meydana gelmişti. UNESCO, bu olaylarda hayatını kaybeden insanların anısına ve hiçbir ülkede bu tür olayların olmaması için söz konusu tarihi evrenselleştirmiş ve 21 Şubat gününü Dünya Anadil Günü olarak ilan etmiştir. 1950’lerden beri tüm dünyada ciddi bir dil hakları mücadelesi yürütülmüş ve geçmişe nazaran birçok dil resmi olarak tanınmış ve kullanımı konusunda engeller ortadan kaldırılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Türkçe dışındaki diğer diller üzerinde planlı bir şekilde inkâr ve asimilasyon politikaları yürütülmeye başlandı. 1925 Şark Islahat Planı, 1935 İsmet İnönü Şark Seyahati Doğu Raporu ve 1960 Darbesi sonrasında Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan Doğu Raporu bu asimilasyon politikalarının en önemli emsalleri olarak bilinmektedir. Ülkemizde bu asimilasyon politikalarına karşı demokratik kamuoyu tarafından verilen siyasi ve hukuki mücadeleler neticesinde Kürtçe farklı bir dil olarak kabul edilmiş, Kürtçe kullanımını yasaklayan 2932 sayılı kanun 1991 yılında feshedilmiş ve Kürtçe’nin önündeki bazı engeller 2000’li yılların başlarında Avrupa Birliği Üyeliği süreciyle yavaş yavaş kaldırılmaya başlanılmıştır.
Ancak tüm bunlara rağmen Kürtçenin resmi bir dil olarak kabul edilmesi ve kamu hizmetlerinde etkin olarak kullanılması bakımından toplumsal talepler bir türlü karşılanmamıştır. Ülkedeki gergin siyasi atmosfer, temel bir insan hakkı olan dil hakkı konusundaki çalışmaların da sekteye uğramasına neden olmuştur. Özellikle 2013 yılında başlayan Çözüm Sürecinin sonlanması sonrası ve akabinde 2016 tarihinde Darbe Girişimi sonrasında anadil üzerindeki baskı ve sindirme politikalarında ciddi bir artış meydana gelmiştir.
Özellikle bölge kentlerinde Türkçe dışındaki tüm dillere yönelik Cumhuriyet sonrasını aratmayacak bir şekilde sistemli bir inkâr ve asimilasyon politikası devreye konulmaya başlanılmıştır. Belediyelere atanan kayyumlarla birlikte toplumsal yaşamda ve kamu hizmetlerinde uzun süredir kullanılan çok dilli hizmetler, tekrar tek dile dönüştürülmüştür. Birçok halkın yüzyıllarca birlikte yaşadığı kentimizde Sur Belediyesine atanan kayyum, belediyenin çok dilli tabelasından şehrin kadim halklarının dili olan Ermenice ve Süryanice dilini kaldırmıştır. Yine Mardin Kızıltepe belediyesine atanan kayyum, ilçenin Berçem, Aşiti ve Medya mahallelerinin ismini değiştirmiştir.
OHAL sonrası yayınlanan KHK’lerle birçok kuruluş kapatıldı, dil ve kültür alanında çalışan, emek sarf eden birçok kişi hukuksuz bir şekilde işlerinden ihraç edildi. Türkçe dışında yayın yapan medya kuruluşları, dil kurumları, okullar kapatılmakla yüz yüze bırakıldı. Kürtçe yayın yapan radyo, televizyon, gazete, dergi ve haber ajanslarının birçoğu kapatılarak yayın akışına son verildi. Özellikle Zarok TV’nin kapatılmasından sonra oluşan kamuoyu tepkisi sayesinde bu çocuk televizyon kanalı tekrar açılabilse de diğer medya organlarının hiçbirinin açılmasına izin verilmedi.
Yine Kürt kentlerinin hemen hemen hepsinde ve bazı batı illerinde şubeleri olan, Kürtçe dilinin öğretilmesi ve bu dille ilgili araştırmalar yapılmasını hedefleyen Kurdi-Der ile birlikte İstanbul Kürt Enstitüsü ve Kurd-Der mühürlenerek kapatıldılar. Onlarca Kürtçe basın çalışanı gözaltına alınarak adli işleme tabi tutuldu ve bunlardan bir kısmı halen tutuklu olarak cezaevinde bulunmaktadır. Yine KHK’ler kapsamında birçok Kürt yazar, çalıştıkları kamu kurumlarından Kürtçe yazdıkları için ihraç edildi, birçoğu gözaltına alındı ve daha sonra tutuklanarak cezaevine konulmuştur.
Tüm bu yaşanan gelişmeler, devletin ve siyasal iktidarın 1990’ların bile gerisine gittiğini, yüzyıllık inkâr ve asimilasyon politikalarının şiddetlenerek devam etmesinde ısrar ettiğini açıkça göstermektedir.
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi olarak devlet ve siyasal iktidara çağrıda bulunarak;
• 21 Şubat Dünya Anadil Günü ruhuna uygun davranmaya ve Dil Hakları Evrensel Bildirgesi’ni resmen tanıyarak üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmeye davet ediyoruz.
• Bu özel günde Kürtçe başta olmak üzere bölgemizde kullanılmakta olan tüm farklı diller üzerindeki baskıların bir önce sonlandırılmasını ve toplumun büyük kesimi tarafından konuşulan dillerin TBMM tarafından ülkemizde resmi dil olarak tanınmasını talep ediyoruz.
Bir sonraki 21 Şubat Dünya Anadil Gününü kutlarken anadillerimiz üzerindeki bu baskıların sona erdirilmesini umut ediyoruz. Türkiye’deki tüm halkların olmak üzere, ötekileştirilen ve dil hakları gasp edilmiş tüm dünya halklarının 21 Şubat Dünya Anadili Gününü kutluyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ DİYARBAKIR ŞUBESİ