2019 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU'na dair basın metni

30.07.2019

Değerli Basın Mensupları;

İnsan Hakları Derneği “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2019 Yılı İlk 6 Ay İnsan Hakları İhlalleri Raporu” nu açıklamak üzere bir aradayız.

Türkiye’de demokratik yaşamı derinden sarsan, hukuk ve insan haklarına aykırı durumların ortaya çıkmasına neden olan siyasi iktidar politikaları ve uygulamaları 2019 yılının ilk 6 aylık döneminde de artarak devam etmiştir. Bölgede devam eden savaş ve çatışma ortamı, başta yaşam hakkı olmak üzere bireysel ve kollektif tüm hakların kullanılmasının önündeki en büyük engel olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Yakın süreçte Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından, OHAL döneminde çıkarılan ve yasa haline getirilen 2 kanun hükmünde kararnamenin iptal edilmesine ve  ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzalayan barış akademisyenlerinin ‘silahlı terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan cezalandırılması nedeniyle yapılan bireysel başvurularda imzacı akademisyenlerin ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine kararı verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bu karar ile OHAL döneminde çıkarılan ve OHAL sonrasında yasalaşan KHK’lerin Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hakların bu dönemde ne derece ihlal edildiğinin en somut örneğidir. 

Demokrasi ve özgürlüklerin ağır yara aldığı bir diğer önemli durum da, seçme ve seçilme hakkına yönelik ve hukukla bağdaşır bir yanı olmayan yasaklayıcı uygulamalardır. OHAL döneminde haksız bir şekilde tutuklanan ve bir kısmı hala tutuklu bulunan DBP’li belediye eş başkanlarının yerine kayyım atamaları yapılmış, seçmen iradesini yok sayan bir müdahalede bulunulmuştur. 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleşen yerel seçimlerde de belediye başkanı, meclis üyesi ve muhtar seçilenler, KHK ile ihraç edildikleri gerekçesiyle görevlerinden alınmışlardır. Çoğunluğu Halkların Demokratik Partisi adayı olan belediye eş başkanları ve belediye meclis üyelerinin, Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylıklarının kabul edilmesi ile seçilme yeterliliğine sahip oldukları kesinleşmişti. Buna rağmen seçimlerin sona ermesinden sonra seçilen belediye eş başkanları ve meclis üyelerinin KHK’li olmaları nedeniyle yerlerine başka adaylara mazbata verilmesi kayyum atamalarının fiili olarak devam ettiğini göstermektedir. Yaşanan bu fiili kayyum atama durumu adaylar açısından seçilme, seçmenleri açısından da seçme hakkının ihlalini oluşturmaktadır. 

Değerli Basın Emekçileri,

Bölgemizde 2019 yılının ilk 6 ayında yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele, hapishanelerdeki ihlaller, toplanma ve gösteri hakkına yönelik yasaklar ve müdahaleler, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, kadına ve çocuklara yönelik şiddet, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar gibi pek çok değişik ve kategorik konularda ihlaller açığa çıkmıştır. Bu ihlallerden bir kısmına kısaca değinecek olursak;

Gözaltı merkezlerinde ve gözaltı yerleri dışında işkence ve kötü muamele yaygın ve sistematik bir biçimde varlık göstermeye devam etmiştir.  Özellikle de Urfa Emniyet Müdürlüğü TEM birimine yönelik ileri sürülen iddialar, vahim boyutlardadır ve ivedi olarak soruşturulmayı beklemektedir. 2019 yılının Mayıs ayında Halfeti ve Suruç ilçelerinde ev baskınları sonucu gözaltına alınan 3’ü çocuk 51 yurttaşın, karakol bahçesinde yüzükoyun yere sıralanmış hallerinin basın organlarında yayınlanması ve işkence mağdurlarının anlatımları, bu iddiaları doğrular niteliktedir. Özellikle kadınlara yönelik işkence ve taciz iddiaları çok ciddi boyutlardadır. İnsan Hakları Derneği ve diğer STK’ların düzenledikleri ve kamuoyu ile paylaştıkları raporlar, işkencenin vahametini ortaya koymuştur.  Ancak sorumlulara yönelik etkili bir soruşturmanın halen yürütülmemesi, cezasızlık politikasının tavizsiz bir şekilde her durumda uygulandığını göstermektedir. Anayasada ve yine Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre, işkencenin mutlak olarak yasaklandığını ve bu suçun zamanaşımına tabi olmadığını buradan bir kez daha hatırlatmak istiyoruz! Bu insanlık dışı uygulamalara derhal son verilmeli, başvuranlar görevlerinden alınmalı ve işlemiş oldukları fiiller nedeniyle haklarında etkili bir yargılama yapılmalıdır.  

İşkencenin yaygın ve sistematik olarak gündeme geldiği bir başka alan ise, hapishanelerdir. Sürgünler, sağlık hakkı, işkence ve kötü muamele, disiplin soruşturmaları, tecrit etme, haberleşme, iletişim, aile görüşü haklarının kısıtlanması, anadili kullanma kısıtlamaları gibi ihlaller hapishanelerdeki öne çıkan ihlal başlıklarından olmuştur. Özellikle de sağlık hakkı ihlalinin bu süreçte yoğun bir şikâyet konusu olduğunu ifade etmek istiyoruz. Hapishanede tek başına yaşamını sürdüremeyecek, cezaevi ile hastane arasında adeta mekik dokuyan, ölümcül rahatsızlıkları bulunan ve buna rağmen tedavi edilemeyen hasta mahpusların sayısında gün geçtikçe artış meydana gelirken, tedavi olanaklarından yaralanamayan veya tahliye edilmeyen birçok hasta mahpus hastalıklarının son aşamasına gelmişlerdir. Derneğimiz tarafından tespit edilen verilere göre hapishanelerde 458’i ağır olmak üzere toplam 1334 hasta mahpus adeta ölüme terk edilmiştir. 

Hapishanelerdeki ihlallere değinilirken İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevindeki uygulamalar ve ihlallere de dikkat çekmek isteriz. Hapishanelerdeki süresiz ve dönüşümsüz açlık grevleri ve 31 Mart seçim sonuçlarının da etkisi ile İmralı Hapishanesi üzerindeki tecridin sona erdirilmesi ve Abdullah Öcalan’ın avukatları ve ailesiyle görüşmesinin sağlanarak yasal haklarını kullanması yeniden diyalog sürecinin başlayabileceği ihtimalini ortaya koymuştur. Özellikle 23 Haziran 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde muhalif kesimlerin demokrasi ittifakı girişimi ve ortaya çıkan seçim sonucu Kürt sorununun ancak demokratik zeminde diyalog ve müzakere ile çözülebileceğini bir kez daha ortaya koymuştur. Barışa dair müzakere seçenekleri ve ihtimaller tekrardan kamuoyunda tartışılırken açlık grevlerinin sona ermesi ve Seçim sürecinin sonlanmasının ardından görüş yasağı uygulaması tekrar devam etmiştir. Yaklaşık 1 aydır da Abdullah Öcalan ve beraberindeki hükümlüler avukatları ve aileleri ile görüştürülmemiştir. 

Yukarıda da özetle değinmeye çalıştığımız ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik baskılar da, yasaklama ve sınırlandırmalarla maalesef devam etmektedir.  Bir hak arama biçimi olarak Anayasa’nın 34. maddesinde tanımlanan ve güvence altına alınan açık hava toplantı ve gösterileri ise, Valiliklerin ve Kaymakamlıkların hukuk dışı ve keyfi bir biçimde aldığı kararlar ile yasaklanmakta veya sınırlandırılmaktadır. Anayasal hakkın kullanımında ısrar eden yurttaşlara ise, kolluk kuvvetleri tarafından keyfi ve orantısız müdahalede bulunulmakta, yurttaşlar darp edilerek veya kötü muameleye maruz kalarak gözaltına alınmaktadır. Diyarbakır’da Koşu Yolu Parkında ve bölge kentlerinde açlık grevine giren mahpusların annelerinin barışçıl ve şiddet içermeyen yürüyüş, basın açıklamaları engellenmiş, annelere gaz ve suyla dağıtılmaya çalışılmıştır. Hakeza mahpus annelerin demokratik hakkın kullanımı nedeni ile 2911 Sayılı Kanuna muhalefet, örgüt propagandası yapma nedeni ile davalar açılmış ve Kabahatler Kanuna göre para cezası ile cezalandırılmışlardır. Yine derneğimiz ve kayıp yakınları tarafından Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde “Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” sloganıyla her hafta kesintisiz bir şekilde sürdürülen hakikat ve adalet arayışı, 1 Eylül 2018 tarihinden bu yana hukuk dışı ve keyfi Valilik yasağıyla engellenmektedir. Kayıp yakınları 47 haftadır, yasak nedeniyle eylemlerini maalesef dernek binasında gerçekleştirmek zorunda bırakılmaktadır. 

2019 yılı içerisinde bölgede devam eden silahlı çatışma ortamında yaşamını yitiren örgüt militanlarının cenazelerinin alınması ve ailelerine teslim edilmesi sürecinde zorluklar ve ihlaller yaşanmaya devam etmektedir. Cenazelerin ailelerine verilmesi sürecinin uzunluğu, başvuru sürecinde kolluk kuvvetlerinin psikolojik baskılarına maruz kalmaları, yine dini vecibelerinin yerine getirilmesi ile ilgili ihlaller dikkat çekmektedir. 

Bir başka hak ihlaline yol açan konu da, askeri operasyonlardan kaynaklı yaşanan ihlaller, özel güvenlik bölgeleri ve sokağa çıkma yasakları ilanlarıdır. Özel güvenlik bölgeleri ve sokağa çıkma yasağı ilan edilen kırsal yerleşim alanlarında, askeri operasyonların yapıldığı alanlarda yaşayan yurttaşlar, rutin hayat akışını sürdürememekte ve mağduriyetler yaşamaktadır. Hayvancılık ve tarım gibi temel ekonomik faaliyetlerini gerçekleştirememektedirler. Yine kırsal araziler ve ormanlık bölgelerde, tarım arazilerinde operasyonlardan kaynaklı çıkan yangınlarda, maddi kayıplar meydana gelmiştir. 

Değerli Basın mensupları,

Kadınlara yönelik şiddet, maalesef 2019 yılının ilk 6 ayında da devam etti. Bölgemizde de, onlarca kadın erkek şiddetinin sonucunda katledildi. Son iki ay içerisinde Diyarbakır’da yaşayan Müzeyyen Boylu, Merve Ünal ve Aygül Günler en yakınlarındaki erkekler tarafından katledildiler. Diyarbakır’da ve her yerde, her kesimden, her yaşta kadın, psikolojik, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kalmaya devam etmiştir.  
Türkiye’de kadınlara yönelik hak ihlallerindeki artış, mevcut hukuki düzenlemelerin hayata geçirilemediğini ve kadını yeterince koruyamadığını göstermektedir. Kadına yönelik şiddet, ister aile içi olsun, ister sokakta, ister gözaltında olsun; politiktir. Bu sorun ancak ve ancak yeterli tedbirleri içeren ve cinsiyet eşitliğini savunan gelişmiş sosyal politikaların oluşturulmasıyla birlikte ve erkek egemen zihniyetiyle etkin mücadele edilerek aşılabilir. 

Toplumsal hayatımızda korunmaya en çok ihtiyaç duyan gruplar arasında olan çocukların maruz kaldıkları hak ihlalleri, maalesef devam ediyor. Çocuğa yönelik şiddet, cinsel istismar, çocuk işçiliği ve ölümleri, çocuk yaşta evlilikler, anadil eğitiminin yoksunluğu ve genel olarak eğitim sistemindeki yetersizlikler kategorik olarak gündemde en fazla görünür olan ihlaller arasında yerini almaktadır. Yaklaşık 35 yıldır bölgede devam eden çatışmalı süreç ve yaşanılan hak ihlalleri yine en çok çocukları etkilemiştir. Çatışmalı ortamların yaşandığı bölgelerde çatışma atıklarının infilakı sonucunda, çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine tanıklık ediyoruz. Dersim’in Ovacık ilçesi Bilgeç Köyü Çakılyayla mezrasında önceki hafta Ayaz Güloğlu ve Nupelda Güloğlu isimli iki kardeş, oyun oynadıkları alanda bulunan bir patlayıcıya basmaları sonucu yaşamlarını yitirdiler. Çocuklara yönelik hak ihlallerini önlenmeye dair tedbirler almak bir yana, çocukların haklarını güvence altına alan koruyucu yasaların yetersizliği ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği görülmektedir.

Değerli Basın Mensupları; 

Türkiye’de son 10 yılda ruhsatlı veya ruhsatsız silah sayısı en az 10 kart artmıştır. İçişleri Bakanlığı’nın 2017 Mayıs verilerine göre, 2016 yılının sonu itibari ile ruhsatlı tabanca sayısının 308 bin 296’sı sivil vatandaşa ait olmak üzere toplamda 692 bin 921 ruhsatlı tabanca olduğunu açıkladı. Yine İçişleri Bakanlığı, sadece 2018 yılı içerisinde, toplamda 77 bin 185 silah ruhsatı verildiğini açıklamıştır. Ayrıca yüzde 85’i ruhsatsız olmak üzere toplamda 25 milyon civarı bireysel silah bulunmaktadır."  

Son iki ayda silahlı saldırılarda hayatını kaybeden Diyarbakır Barosuna kayıtlı arkadaşlarımız Müzeyyen Boylu ve Armanc Arkaş ne yazık ki yukarıda vurguladığımız bireysel silahlanmanın ağır sonuçlarının bizdeki yansımasıdır. Bireysel silahlanmaya karşı yasal ve idari önlemler alınmalı, silah alımına ilişkin yasal koşullar zorlaştırılmalıdır. Ayrıca hükümet yetkilileri ve diğer siyasi öncülerin şiddeti teşvik edici açıklamaları da maalesef bireysel silahlanmanın ve silah kullanımının artmasında etkili olduğunu belirtmek isteriz.

Değerli Basın Mensupları; 

Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorununun çözülememesinin yarattığı ağır tahribatlar devam etmektedir. İktidarın savaşa ve şiddete dayalı sorun çözme anlayışı ve yöntemleri ülkenin yaşadığı her türlü krizin kaynağıdır. Buna rağmen iktidar savaş politikalarında ısrar etmekte ve ülkedeki her türlü krizi derinleştirmektedir. Sınır ötesi ve ülke içerisinde yapılan askeri operasyonlar 40 yıllık ezberin bir tekrarıdır. Şimdiye kadar aynı amaçla en az 30 benzer operasyon yapılmış, ancak hiç biri çözüm üretmemiş, ülkenin kaynaklarını tüketmekten, can kaybı bilançosunu arttırmaktan başka işe yaramamıştır. İHD her zaman barış hakkını savunmuş ve savunmaya devam edecektir. Türkiye’nin demokratikleşebilmesi bakımından Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözmesinin zorunlu olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz. Türkiye’nin gerçek bir çatışma çözümü ile birlikte yeni ve demokratik bir Anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır. Yeni ve demokratik Anayasa yapılmadığı sürece darbeci generaller tarafından yapılmış 82 Anayasası üzerinde yapılacak değişikliklerin çözüm getirmesi mümkün değildir. 

Bizler insan hakları savunucuları olarak, hayatımızdaki ihlallerin önlenebilir olduğuna inanıyoruz. Çatışmalı ortamın bir an önce son bulmasını, kalıcı bir çatışmasızlık halinin ve çözüm sürecinin yeniden müzakere edilmesini umuyoruz. İnsan hakları mücadelesinde 33 yılımızı doldurduğumuz bu günlerde; her koşul altında dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet, etnik ve kültürel farklılık ayrımı yapmadan, yaşam hakkının kutsal olduğu vurgusunda bulunuyor ve özgürlüklerle dolu, onurlu bir yaşam temenni ediyoruz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ DİYARBAKIR ŞUBESİ