Değerli Basın Emekçileri;
15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de gerçekleşen askeri darbe teşebbüsünün ardından mevcut siyasi iktidar tarafından, Türkiye’nin tamamında Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi. 3’er aylık periyotlar halinde yenilenen ve 2 yıl boyunca devam eden OHAL, hukuk güvenliğinden yoksun ve toplumsal yaşamımızda muhalif kesimlere karşı otoriter bir baskı aracına dönüştürüldü. Yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, seçme-seçilme hakkı, ekonomik ve sosyal haklar ile kişi özgürlüğü ve güvenliği alanlarında ağır ve telafisi mümkün olamayacak insan hakları ihlallerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin göz ardı edildiği OHAL rejimi, siyasal iktidarın keyfi uygulamalarının aracı haline gelmiş, anti-demokratik uygulamaları karşısında muhalefet gösteren toplumsal kesimler, hapsedilmek veya ekonomik-sosyal haklarından mahrum bırakılmakla tehdit edilmiştir. OHAL yasal olarak kaldırılmış olsa da özellikle bölgemizde fiilen uygulanmaya devam etmektedir. OHAL koşullarını aşan yasaklamalar ve müdahaleler yaşanmaya devam etmektedir.
OHAL sürecinde ve sonrasında süreklileşen fiili OHAL uygulamalarında, en ağır ihlallerin yaşandığı alanlardan biri de seçme ve seçilme hakkına yönelik uygulamalar ve alınan kararlar olmuştur. Ağır insan hakları ihlalleri oluşumuna yol açan OHAL sürecinde, seçme-seçilme hakkının yaygın bir şekilde ihlal edilmesine yol açan süreç, DBP’li belediyelere yönelik kayyım atamaları ile olmuştur. Yayınlanan KHK’larla 102 DBP’li belediyeden 93’üne kayyım atanmış ve 65’i aşkın belediye eş başkanı ise tutuklanmıştır. Birçok belediye eş başkanının halen tutukluluk durumlarının devam ettiğine dikkat çekmek isteriz.
31 Mart 2019 tarihinde gerçekleşen yerel seçim süreci ve sonrasında da OHAL dönemindeki uygulamalar devam etmiştir. Belediye eşbaşkanı, meclis üyesi ve muhtar seçilenler, KHK ile ihraç edildikleri gerekçesiyle mazbatalarını alamamışlardır. Çoğunluğu Halkların Demokratik Partisi adayı olan belediye eşbaşkanları ve belediye meclis üyelerinin, Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylıklarının kabul edilmesi ile seçilme yeterliliğine sahip oldukları kesinleşmişti. Buna rağmen seçimlerin sona ermesinden sonra seçilen belediye eş başkanları ve meclis üyelerinin KHK ile ihraç olmaları gerekçe gösterilerek, onların yerine başka adaylara mazbata verilmiş ve fiili olarak kayyım uygulamaları başlamıştır. 31 Mart 2019 tarihinden bugüne değin, seçildiği halde KHK’lı oldukları gerekçesiyle 6 belediyenin eş başkanlarına mazbataları verilmemiş ve kendisini takip eden adaylara belediye başkanı seçilmiştir. Yine KHK’lı oldukları gerekçesiyle 43’ü Belediye Meclis üyesi ve 4’ü İl Genel Meclis Üyesi olmak üzere seçilmiş 47 kişiye mazbataları verilmedi. Mazbatalarını alarak göreve başlayan 3’ü büyükşehir 1’i il ve 11’i ilçe olmak üzere 15 belediyenin belediye eş başkanları çeşitli suçlamalarla görevden alınıp yerlerine kayyım atanmıştır. Bu süreçte 18’i resmi seçilen toplam 26 belediye eşbaşkanı gözaltına alınmış ve 9’u resmi seçilen toplam 13 belediye eşbaşkanı ise tutuklanmıştır. Ayrıca, tüm bu bilançonun içerinde kategorize edildiğinde 4 kadın eşbaşkan ile 9 kadın Belediye meclis üyesi seçildiği halde mazbatası verilmemiş, seçildikten sonra ise 9 kadın belediye eş başkanı görevden alınarak tutuklanmış ve yerlerine kayyım atanmıştır. Bu durumun aynı zamanda, siyasette ve yerel yönetimlerde kadın kimliğinin açık bir şekilde hedef alındığını göstermektedir.
Değerli Basın Emekçileri;
Yerel yerinden yönetim (mahalli idare); yerinden yönetimin en eski ve köklü uygulama biçimini oluşturmaktadır. Anayasanın 127/4. Maddesindeki, "Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri konusundaki denetim yargı yolu ile olur. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir" şeklindeki hüküm ile mahalli idarelerin seçilmiş organlarının sadece görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile haklarında soruşturma veya kovuşturma açılması halinde geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılabileceği düzenlenmiştir. Kısacası görevden uzaklaştırma için belediye başkanı hakkında öncelikle bir soruşturma veya kovuşturma açılmış olmalı ve bu soruşturma/kovuşturmanın görevi ilgili bir suç nedeniyle açılmış bulunmalıdır. Bu halde bile görevden uzaklaştırma tedbirine başvurulması zorunlu değil ihtiyaridir. Ancak raporumuzda ayrıntısı ile açıklanan kayyum atama kararlarına gerekçe olarak öne sürülen söz konusu soruşturmalar çoğu seçilmişin henüz göreve başlamadan önce başlatılan soruşturmalardır. Göreve başlamadan önce başlatılan soruşturmaların göreve ilişkin bir suç iddiasıyla açılmış bulunması olanaklı olamayacağını özellikle belirtmek isteriz. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Adnan Selçuk Mızraklı örneğinde rastlanıldığı üzere, görevden uzaklaştırılma yazılarının seçim gününden bir gün sonra, 01.04.2019 tarihli olması, seçim sonuçlarının kesinleşmesinden önce ve seçilenlerin henüz mazbatasını alıp görevine başlamamışken düzenlenmiş olması işlemlerin hukuki olmadığını, esasen siyasi saiklerle yapıldığını göstermektedir. Yerine kayyum atanan belediye eşbaşkanın ve seçilmiş görevlilerin seçilmesinden sonra görevi ile ilgili bir suç nedeniyle hakkında soruşturma veyahut kovuşturma açılmadığı öğrenilmiştir.
Kayyım atama işlemiyle belediyelerin idari özerkliği, merkezi idare tarafından hukuka aykırı olarak kısıtlanarak yerine mülki idare amirinin kayyum olarak atanması ile tümüyle ortadan kaldırılıp Belediye idaresi merkezi idareye bağlanmıştır.
5393 Sayılı Kanunun 47. Maddesinde "Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kovuşturma açılan belediye organlarının veya bu organların üyelerinin, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabileceği" düzenlenmiş, bunun dışında görevlendirmenin ne şekilde yapılacağına ilişkin bu maddede herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Aynı yasanın 45. Maddesinde görevi nedeniyle işlediği bir suçtan dolayı görevden uzaklaştırma halinde yerine belediye meclisi tarafından kendi üyeleri arasından bir vekil seçileceği düzenlenmiştir. Oysa ki, kayyım atanan tüm yerlerde görüleceği üzere seçilmiş yöneticinin görevden uzaklaştırıldıktan sonra o yerin en üst mülki idare amiri yasal düzenlemeye aykırı olarak kayyım olarak görevlendirilmiştir.
5393 Sayılı Kanunun 44. Maddesinde Belediye Başkanlığı sıfatının hangi hallerde sona ereceği sayıldıktan sonra 45. Maddesinde Belediye Başkanlığının boşalması durumunda yapılacak işlemler düzenlenmiştir. Bu maddeye 15.08.2016 tarihinde yayımlanan 674 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 38. Maddesi ile eklenen ve 10/11/2016 tarihli 6758 sayılı yasanın 34. Maddesi ile aynen kabul edilen ek fıkra eklenmiştir. Bu hükme dayanarak kayyum atamaları gerçekleşmiştir. Ancak bu düzenlemenin; 20 Temmuz 2016'da ilan edilen OHAL döneminde çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararnameye dayanıyor olması ve Anayasaya göre uygulanmasının OHAL dönemi ile sınırlı kalması gerekirken, süresi içerisinde TBMM'nin onayına sunulmadığı ve Anayasal yargı denetimine tabi tutulmaksızın kalıcı hale getirilmiş olmasının Anayasaya aykırı olduğunu belirtmek isteriz.
Anayasaya ve 5393 Sayılı Kanundaki düzenlemeye aykırı olacak şekilde görevi ile ilgili bir suç nedeniyle hakkında soruşturma veya kovuşturma ve Belediye açılmamışken görevden uzaklaştırılması Meclisi işlevsiz bırakılarak yerine kayyım atanması; halkın iradesinin yok sayılması ile korunması gereken demokratik düzene zarar vermektedir.
Değerli Basın Emekçileri;
Belirtmek isteriz ki; Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorunudur ve sorunun çözülmemesinin yarattığı tahribatlarını ve sonuçlarını maalesef ağır bir şekilde yaşamaktayız. İktidarın savaşa ve şiddete dayalı sorun çözme anlayışı ve yöntemleri ülkenin yaşadığı her türlü krizi derinleştirmektedir. Buna rağmen iktidar, otoriter ve şiddete dayalı politikalarında ısrar etmekte ve ülkedeki her türlü krizi derinleştirmektedir. Seçme ve seçilme hakkına yönelik bu ağır ihlaller demokratik hukuk devleti anlayışında ağır tahribatlar yaratmış, toplumdaki kutuplaşmayı arttırmıştır. Seçilmişlere yönelik bu hukuk dışı uygulamalar, halkın seçime olan güvenini bitirme noktasına getirmiştir. Seçimlerin anlamsız hale getirilmesi, demokrasi anlayışı için büyük bir tehlikedir. Hukuki denetimden yoksun böylesi kararların keyfi bir biçimde ve fütursuzca icra ediliyor olması, yani demokrasinin güvencesi ve temeli olan seçme ve seçilme özgürlüğünün yok sayılması telafisi mümkün olamayacak sonuçlara yol açmaktadır.
Sonuç olarak; Türkiye’nin demokratikleşmesi ve insan hakları sorunlarını en aza indirebilmesinin yolu, seçme ve seçilme hakkının gerçek anlamda güvence altına alınması, devam eden çatışmalı sürecin sonlandırılması, Kürt sorunun barışçıl yöntemler ve diyalog yolu ile çözümünden geçtiğini bir kez daha hatırlatmak isteriz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD)
DİYARBAKIR ŞUBESİ