Dünya tarihi boyunca toplumlar; zamana, gelişmişlik düzeylerine ve sosyokültürel yapılarına bağlı olarak çocuğa farklı değerler atfetmiş ve çocukların korunması için farklı tedbirler almışlardır. Dünyada meydana gelen doğal afet, savaş, ekonomik kriz gibi toplumsal hayatı derinden etkileyen olaylardan olumsuz etkilenen grupların başında gelen çocukların korunması için yeterli politikaların geliştirilmemiş olması, Dünya genelinde çocukların başta yaşam hakkı olmak üzere en temel haklarının ihlal edilmesine neden olmuştur. Bu gerçekten hareketle uluslararası zeminde çocukların korunması amacıyla bazı düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisi bir dönem dikkatleri bu alana çekmiş ve 1920 yılında “Uluslararası Çocuklara Yardım Birliği” kurulmuştur. Akabinde kurulan Milletler Cemiyeti tarafından 1924 yılında Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi yayımlanmıştır. Çocukların temel haklarına vurgu yapan bu bildirgenin daha da genişletilmesi ve yaygınlaştırılması ise 1939 yılında başlayan II. Dünya Savaşı nedeniyle mümkün olamamıştır. 1948 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda kabul edilerek yayımlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, savaşların yaratmış olduğu insan hakkı ihlallerinin etkilerini azaltma ihtiyacı ile oluşturulmuştur. Beyannamenin çocukların özgün duruma dair hükümler içermemesi eleştiri konusu olmakla birlikte çocuklara özgü bir sözleme hazırlama konusundaki motivasyonu artırmıştır.
BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin (ÇHS) kabul edildiği 1989 yılına kadar çocuklara özgü hakların tanımlandığı özel bir evrensel sözleşme gerekliliği sürekli gündemde tutulmuş ve bu uzun zaman aralığında farklı adımlar atılmıştır. Sonuç olarak onca çabanın neticesinde Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 20 Kasım 1989 yılında BM Genel Kurulunca kabul edilmesini sağlanmıştır. Sözleşmenin kabul edildiği 20 Kasım tarihi 32 yıldır tüm Dünyada Dünya Çocuk Hakları Günü olarak kutlanmaktadır.
Dünyada 196 ülke tarafından imzalanan ve imzacı sayısı itibariyle Dünyada en çok tarafı bulunan metin özelliği taşıyan bu sözleşme Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından da 1990 yılında imzalanmış, 1995 yılında ise yürürlüğe girmiştir. Sözleşme temelinde çocukların yaşam hakkı, eksiksiz bir biçimde gelişme hakkı, zararlı etkilerden ve şiddetin her türlüsünden korunma hakkı, kendileri hakkında alınan kararlara katılım hakkı ile aile, dil, kültür ve sosyal yaşama tam olarak katılma hakkını savunmaktadır. Sözleşme, Türkiye tarafından imzalanıp yürürlüğe girerken, çocukların eğitim, ifade özgürlüğü, kendi kültürünü yaşatma ve kendi dilini özgürce kullanma haklarını içeren 17. 29. ve 30.maddelerine çekince konulmuştur. Türkiye tarafından konulan bu çekincelerin sözleşmenin ruhuna aykırı olduğu ve sözleşmeden beklenilen yararın sağlanması önünde engel oluşturduğu şüphesizdir. Nitekim, BM Çocuk Hakları Komitesi 2012 yılında, sözleşmeye konulan bu çekincelerin kaldırılması yönünde Türkiye’ye tavsiyede bulunmuştur. Uzun yıllara dayanan bir çalışmanın ürünü olan BM Çocuk Hakları Sözleşmesi imzacı devletlerin uygulama noktasında yeterli özeni göstermemesi nedeniyle çocukların şiddetten korunmalarına yetmemektedir. Özellikle Türkiye’de uzun yıllardır devam eden çatışmalı süreç boyunca çatışmanın tarafı olmayan çocukların yaşam hakları ihlal edilmiştir.
Bölgede çocukların yaşam hakkına yönelik gerçekleştirilen ihlallerin yakın tarihimiz açısından hangi boyutta olduğunu hatırlatmak amacıyla 2011 ile 2021 yılları arasında meydana gelen çocuk yaşam hakkı ihlallerinin istatistiki verilerini içeren raporumuzu kamuoyu ile paylaşma gereği duyduk. 2011- 2021 yılları arasında yaşam hakkı ihlal edilen çocuklara ilişkin verilerin tespit edebildiğimiz kadarıyla raporumuzda değerlendirildiğini belirtmek isteriz. Raporumuzda yer verdiğimiz üzere; Silahlı çatışma ortamlarında çocukların gerek devlet gerekse farklı aktörler tarafından yaşam hakları ihlal edilmiştir. Bu on yıllık süreç içerisinde toplam 228 çocuk yaşamını yitirmiş bu çocukların %78’ini erkek %22’sini ise kız çocukları oluşturmuştur. Yaşamını yitiren çocukların yaş aralığına bakıldığı zaman 0-5 yaş aralığında 30’a yakın çocuğun yaşamını yitirdiği görülmektedir. Yine yaşamını yitiren 6-15 yaş aralığındaki çocukların sayıca fazla olduğu bilançoda görülmektedir. Toplumsal ya da kamusal yaşam içerisinde sokaklarda sosyalleşerek büyümesine devam eden çocukların yaşam alanları onlar için yaşamını yitirdikleri alanlar halini almıştır. Çocuğun üstün yararını ve sağlıklı bir ortamda yaşama hakkının tümüyle ihmal ve ihlal edildiği bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Yaşam hakkı ihlallerinin yaşandığı illere bakıldığında ölümlerin en yüksek olduğu iller aşağıda grafikte de gösterdiğimiz gibi Şırnak, Diyarbakır, Hakkâri, Mardin ve Antep’tir. Yaşamını yitiren 228 çocuğun ölüm sebeplerine bakıldığında 64 çocuğun kolluk kuvvetleri tarafından açılan ateş sonucu yaşamını yitirerek ilk sırada, 62 çocuğun ise bombalı saldırılar sonucu yaşamını yitirerek ikinci sırada yer aldığı görülmüştür. Kolluk kuvvetlerinin silah kullanırken kanunun tanımladığı sınırlar içinde ve kademeli olarak silah kullanması gerekirken, bu durumu gözetmeden, yetkisini aşar nitelikte silah kullanması çocukların yaşam hakkını ihlal etmektedir. Raporumuzda paylaştığımız verilere bakıldığında, özellikle sokağa çıkma yasağı uygulamalarının başladığı 2015 yılı Ağustos itibari ile çocukların yaşam hakkı ihlallerinde ciddi bir artış olduğu gözlenmiştir. Yaşam hakkı ihlal edilen çocuklarla ilgili idari ve yargı organlarınca, etkili ve adil bir soruşturma yürütülmemesi, faillerinin gizlenmesi ve yargı karşısına çıkarılmaması, suç işleyen kolluk birimlerini adeta cesaretlendirmekte, gerçekleştirdikleri ihlalleri sürdürmeye teşvik etmektedir. Özellikle sokağa çıkma yasakları sırasında çocuklara yönelik gerçekleşen yaşam hakkı ihlallerinin yanı sıra, yaşamını yitiren çocuklara yönelik temel insani değerlerden uzak yaklaşımın da izahatı olmayacak düzeydedir. 12 yaşında katledilen Helin, saatlerce ağır yaralı halde sokak ortasında bekletilmiş, ambulansın sokağa girişine engel olunduğu için yaşamını yitirmiştir. 13 yaşında yaşamını yitiren Cemile’nin günlerce cenazesinin derin dondurucuda bekletilmesinin, yine 15 yaşındaki Bünyamin’in cenazesinin bir cami avlusunda günlerce bekletilmesinin bir açıklaması olamaz. Olağan üstü şartlar, savaşlar dahil çocuklara yönelik yaşam hakkı ihlalleri hiçbir sebeple izah edilemezdir.
Askeri bölgelerin sivil yaşam alanlarına yakın olması sonucu birçok çocuk savaş artıkları sebebiyle yaşamını yitirmiştir. Hakeza yerleşim alanlarında bırakılan askeri patlayıcı mühimmat ve malzemelerin infilak etmesi sonucunda çocuklar yaşamlarını yitirmişlerdir. Türkiye’nin 2004 yılından bu yana taraf olduğu OTTAWA Sözleşmesi gereğince sınırları içinde bulunan kara mayınlarını 2014 yılına kadar temizleme taahhüdünde bulunmasına rağmen bu süre içinde kara mayınlarının temizlenmesi konusunda somut herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Özelikle sınır hattında bulunan şehirlerde kara mayınlarının temizlenmemiş olması nedeniyle onlarca çocuk yaşamı yitirmiştir. Çocukların yaşam hakkını en çok tehdit eden durumlardan biri de zırhlı araçların sivil yerleşim alanlarında çok yoğun bir şekilde bulundurulmasıdır. Zırhlı araç çarpmalarının çocukların birincil yaşam alanlarında mahallelerde, hatta bunun ötesine geçerek özel alanlarında, evlerinde gerçekleştiği birçok ihlal söz konusudur. Olağanüstü güvenlik tedbirlerinin alındığı, olağanüstü hal uygulamalarının ağır ihlal ürettiği bölge kentlerindeki yaşam alanında, zırhlı aracın trafik düzenine aykırı kullanımından, zırhlı aracı kullanan kamu görevlilerinin yeterli teknik birikimden yoksun olması ve bu araçları kullanırken gerekli özeni göstermemesi gibi sebeplerle birçok çocuk zırhlı araç çarpması sonucu yaşamını yitirmiştir.
Raporumuzda dikkat çeken bir diğer önemli husus bombalı saldırılar sonucunda yaşanan can kayıplarından çocukların çok ciddi anlamda etkilenmiş olduğudur. Bu gerçeğin nedeni de yaşanan bombalı saldırıların büyük bir kısmın çocukların yoğun olarak bulunduğu sosyal alanlarda meydana gelmiş olmasıdır. Özelikle hafızalarımızda tüm tazeliği ile duran ve kamuoyunda Antep Düğün Saldırısı ve Roboski Katliamı olarak bilinen olaylarda yaşamını yitirenlerin büyük çoğunluğu çocuklar olmuştur. Her iki olayda da kamu gücünü elinde bulunduran kişilerin çok ciddi ihmalleri bulunduğu kamuoyunun malumudur. Devletin negatif yükümlülüklerine aykırı hareket etmesi ile meydana gelen çocuklara yönelik yaşam hakkı ihlallerinde, çocukların yaşam haklarını koruma konusunda birinci dereceden sorumluluğu bulunması nedeniyle bu konuda her türlü tedbiri alması taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve çocuk koruma kanunu gereğince bir zorunluluktur.
Raporumuzla, istatiksel verilerde görüldüğü üzere çatışmalı ortamdan etkilenme sonucu, resmi hata ve ihmal sonucu, faili meçhul saldırı, mayın ve sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu, sınır hatlarında vurulma sonucu gibi çeşitli sebeplerle çocukların yaşam hakkını ihlal eden temel hususlara değinmeye çalıştık. Kürt meselesi ile bağlantılı çatışmalı sürecin etkisi ile meydana gelen ihlallerin sonlandırılması ancak barışçıl politikalarla mümkün olabilecektir. Barış dilini hakim kılacak yeni politikalar belirlemesi ile bölgede yaşayan herkes gibi çocukların da güvenli bir ortamda hayatlarını sürdürmelerini sağlayacaktır. Bununla birlikte yaşanan çocuk yaşam hakkı ihlallerinde sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin onarıcı bir adalet mekanizması ile etkili bir ceza ve disiplin soruşturmasına tabi tutulmaları gerekmektedir. Yargı makamlarının ceza soruşturmalarında fail olan kamu görevlilerini cezasızlık politikası ile koruma refleksinden vazgeçerek gerçek anlamda adaletin sağlanması için gerekli tüm işlemleri etkili ve hızlı bir şekilde yerine getirmesi yaşanan ihlallerin yarattığı travmayı bir nebze de olsa azaltacak ve adaletin tesis edilmesini sağlayacaktır.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD) DİYARBAKIR ŞUBESİ