BASINA VE KAMUOYUNA
İnsan Hakları Derneği (İHD) olarak, her yıl 17-31 Mayıs tarihleri arasında, “Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası”nda gözaltında zorla kaybetme hakikatini bir kez daha hatırlatıyoruz.
Değerli Basın Emekçileri
Gözaltında Zorla Kaybetme tarihinde darbeler, etnik çatışmalar ve iç savaşlar olan devletlerin muhalif grupları bastırma ve sindirme amacıyla uyguladığı şiddet yöntemlerinden biridir. Birleşmiş Milletler Herkesin Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşmeye göre, ‘zorla kaybetme’ terimi, “(…) devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi, desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten yoksun bırakma(…)” durumunu ifade eder. Zorla kaybetme insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Hiçbir savaş gerekçesi, savaş ilanı, iç siyasi istikrarsızlık ya da olağanüstü hal zorla kaybedilmeleri haklı çıkarmaz. Bu konuda Birleşmiş Milletler Zorla Kaybedilmelere Karşı Herkesin Korunmasına Dair Sözleşmesi devletlerin sorumluluklarını net bir şekilde hatırlatmaktadır.
Gözaltında Zorla Kaybetme, coğrafyamızda çoğunlukla Kürt Meselesiyle bağlantılı olarak devam eden, çatışma ve şiddet ortamında, devlet ve bağlantılı paramiliter güçler tarafından, siyasal, sosyal ve hukuksal talepleri yaygın ve sistematik bir şekilde, şiddetle bastırılmayla gerçekleştirilmiştir. İHD ve Hafıza Merkezi verilerine göre; ağırlıklı olarak 1980-2001 yılları arasında ve çoğunlukla 90’lı yıllarda olmak üzere 1388 kişi, devletin kolluk görevlileri ve ona bağlı paramiliter güçler tarafından zorla kaybedilmiştir. Elbette ki gerçek rakamların bunun çok üzerinde olduğunu biliyoruz.
Türkiye’de gözaltında kaybedilme gibi ağır yaşam hakkı ihlallerine karşı mağdurların ortak hissiyatı, faillerin cezadan muaf kaldığı, geçmişle yüzleşme, geçmişi anlama, telafi etme ve yargılama pratiklerinin hiçbir dönemde önemsenmediği yönündedir. Türkiye de dönem dönem buna dair umutlara sebep olacak gelişmeler/açılımlar yaşansa da, ne yazık ki ne kapsamlı bir geçmişle yüzleşme arzusundan, ne de yüzleşmeyi mümkün kılacak siyasi iradeden söz edilebilir. Dahası kendi evlatlarının akıbetinin peşine düşen anneler ve kayıp yakınlarına yönelik sistematik bir baskı unsuru oluşturmaya çalışılmaktadır.
Toplumsal adaletin tesisinde onarıcı adaletin belirleyici rolü gittikçe daha çok vurgulansa da devlet adına hareket eden yargısal makamların, ağır insan hakları ihlallerinin nerde, nasıl, kimler tarafından, kimlerin verdiği emirler doğrultusunda ve hangi şartlar altında gerçekleştiğinin saptaması mağdurlar için hala çok önemlidir.
Bilindiği üzere Türkiye de fail kamu görevlisi olduğunda bitmeyen pasif soruşturmalar, beraatlar, zamanaşımı ve cezasızlık politikası devreye girmektedir. İşlenen suçun yaşam hakkı ihlali olması dahi faillerin yargılanması yolunu açamıyor. Bu cezasızlık politikasından dolayı Türkiye’de kolluk güçleri tarafından işlenen suçlarda özellikle Kürt coğrafyasında sürekli artış yaşanmaktadır. Bu şekilde işlenen suçların cezasız kalması, suçu işleyen kişilerin görevlerine devam etmeleri, hatta terfi ettirilmeleri güven duyulacak bir yargılamanın olmadığını en açık şekilde göstermektedir. Unutmamak gerekir ki adil ve hakkaniyete uygun bir yargılama, demokrasinin gereğidir.
Devletin bölgemizde bulunan toplu mezar ile anılan bölgelere dair hafızayı ortadan kaldırmak için bir takım projeleri devreye soktuğuna tanık oluyoruz. Binlerce insanımızın bedeninin bu alanlarda bulunan toplu mezarlarda olduğunu biliyoruz. Toplu mezarların bir kısmı, İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesinin girişimiyle bölgenin farklı yerlerinde açılan toplu mezarlar ile ortaya çıkarılmıştır. En son Siirt’in Newala Kasaba bölgesinde bulunan toplu mezar bölgesinin yapılaşmaya açılması insanlık açısından elbette kabul edilebilir bir durum değildir. Bu hafıza mekânları, devletin geçmişte işlediği suçlarla yüzleşmesi için ve bir daha asla dememek için özenle korunmalıdır.
İnsan hakları savunucuları olarak, Türkiye’deki kayıplar hakikatini yüksek sesle topluma duyurmaya, geçmişle hesaplaşmanın ve ülkedeki adaleti sağlamanın, ilk ve en önemli adımı olarak gördüğümüz “ Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın” mücadelesini ısrarla ve inatla sürdürmeye devem edeceğiz.
Değerli Basın Emekçileri,
Bizler insan hakları savunucuları olarak bu çerçevede;
*Her şeyden önce zorla kaybettirilenlerin akıbetleri ortaya çıkarılmasını ve zorla kaybedilenlerin bulunması, faili meçhul cinayetleri sonucu katledilenlerin faillerinin ortaya çıkarılması için devletin tüm arşivlerini açmasını talep ediyoruz.
*Yargı mensuplarını, sistematik cezasızlık politikasından vazgeçmeye ve uluslararası belgelere göre insanlık suçu olan tüm kayıp vakaları konusunda etkin bir yargılama yürütmeye, uluslararası sözleşmeler uyarınca bu suçlar için zamanaşımı hükümlerini dikkate almamaya çağırıyoruz.
*Hükümeti “BM Kişilerin Gözaltında Kayıptan Korunmaları İle İlgili Uluslararası Sözleşme”yi imzalamaya ve sözleşme gereklerini yerine getirmeye davet ediyoruz.
*Bu topraklarda benzeri acıların bir daha yaşanmaması, hakikatlerin ortaya çıkması ve toplumsal barışın tesisi için “Geçmişle Yüzleşme ve Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulmasını bir kez daha talep ediyoruz.
*Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek demokratik bir devlet ve toplum yaratmak imkânsızdır. Gerçek bir demokrasi iradesi geçmişle yüzleşme ve sorumluları yargı önüne çıkarma iradesidir.
*Kaybedilen her insanla, insanlık değerlerimizin bir kısmını da kaybediyoruz. Her birimizin yaşam hakkı kaybedilenlerin akıbetinin ve sorumlularının ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
Bizler
Gün ortasında ellerinde mumlarla evlatlarını arayan annelerimizin eli olacağız
Ellerimiz elleriyle buluşacak
Annelerin kalbiyle bakacağız hayata
Son Kaybımızı bulana kadar
Usanmadan, uslanmadan
Sormaya, aramaya devam edeceğiz.
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi
Kayıp Komisyonu