BASINA VE KAMUOYUNA
İnsan Hakları Derneği Merkez Yönetim Kurulunun almış olduğu karar ile tüm şubelerimizde eş zamanlı olarak başlattığımız Barış Nöbetimizin dokuzuncusunu gerçekleştirmek üzere kentimizdeki hak savunucuları, sivil toplum kurumları ve meslek örgütleri temsilcileriyle bir aradayız. Türkiye’de toplumsal barışın önünde engel olan kronik sorunların çözümüne ilişkin talep ile önerilerimizi güçlü ve etkin bir biçimde kamuoyu ve muhataplarına ulaştırmaya çalıştığımız bu eylemimiz, hak mücadelesi ve barış çabamızda paydaş olduğumuz kurum ve kişilerin desteğiyle daha fazla güç kazanmakta; bu destek ve dayanışma, barışa olan inanç ve umudumuzu artırmaktadır. Bu vesileyle öncelikle bizimle dayanışan tüm barış savunucusu dostlarımıza teşekkür ediyoruz.
Barış, insanlık tarihinin her döneminde çeşitli coğrafyalarda toplumların özlemini çektiği; çeşitli siyasi, dini, etnik, ekonomik vs. sebeplerle yoksunluğunu yaşadığı ve ancak ulaşıldığında huzurun, güvenliğin, demokrasinin ve böylelikle birlikte yaşam koşullarının daha işlevsel bir hale gelebildiği bir olgu olagelmiştir. Barış, hiçbir zaman ve dönemde salt bir tercih olarak kabul edilerek tesis edilmemiş, kaçınılmaz bir mecburiyet olarak yaşam bulmuştur.
Türkiye’de antidemokratik uygulamaların hayatın her alanına sirayet etmesi, hukukun gün geçtikçe adaleti sağlamaktan uzak bir mekanizmaya dönüştürülmesi, Kürt meselesi gibi Cumhuriyetten daha eski, çözüm bekleyen sorunun derinleşmesi, baskıcı yönetim anlayışının tüm toplumsal hayatı domine etmesi, demokratik anlayıştan uzak yöntemlerin neden olduğu ekonomik kriz gibi gerçekler birlikte değerlendirildiğinde, coğrafyamızda da barışın artık bir tercih olmaktan çıktığı, ivedi bir şekilde inşa edilmesi gereken mecburi bir hakikat olduğu görülmektedir. Bu hakikati, yıllardır sürdürmekte olduğumuz insan hakları mücadelemizde her vesileyle dile getirdik, bu kaçınılmaz ihtiyacın daha fazla tahribat yaratılmadan sağlanmasını talep ettik ve değerli hak savunucusu dostlarımızla da talep etmeye devam ediyoruz.
Toplumsal barışın sağlanması ancak bu hakikatin doğru anlaşılmasıyla mümkündür. Türkiye’de bu hakikatin anlaşılmamasının veya anlaşılmak istenmemesinin başat nedeni Kürt meselesine yönelik yok sayma ve inkar etme zihniyetidir. Ülkedeki çoklu kriz halinin en büyük kaynağı olan Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ve bu çözümsüzlükteki ısrar, bir mecburiyet halini alan toplumsal barış çabası önündeki en büyük engeldir. Kürt meselesinin çözümsüzlüğü, ülkede yürütülmekte olan antidemokratik uygulamaların, binlerce faili meçhul cinayet ve zorla kaybettirmenin, hapishanelerdeki hukuk dışı muamelelerin, toplumsal refahın indiği seviyenin ve mevcut ekonomik kriz ve işsizlik sorununun asli nedenidir. Toplumda barış umudunun arttığı, ciddi beklentilerin oluştuğu çözüm sürecinin sona erdirilerek, Kürt meselesinin demokratik müzakere yöntemi ile çözümünden vazgeçilip şiddet ortamına evrildiği 20 Temmuz 2015 tarihinden bugüne, gerisinde sadece ağır ve acı bir süreç bıraktı. Kürt meselesi ancak demokratik ilke ve evrensel hukuk normları çerçevesinde hazırlanacak yeni, sivil bir anayasa ile çözülebilir. Dolayısıyla bu meselenin çözümü, diğer bir ifadeyle toplumsal barışın sağlanması; ancak toplumsal bir talep, iktidar ve muhalefetin sorumluluk sahibi yaklaşımı; dünyadaki benzer etnik, inanç ve cinsiyet temelli siyasal sorunların çözüm deneyimlerinden ve ilkelerinden faydalanılarak çözülebilir. Bu mesele; seçimlerin siyasi derinlikten uzak ve popülist gündemlerine kurban edilmemeli, iktidar ve muhalefetin birbirini pasifivize etmeye çalıştığı kriminal bir vaka olarak ele alınmaktan vazgeçilmelidir.
Bu konuda toplumun tüm dinamiklerinin, özellikle siyaset kurumlarının hak temelli yaklaşımı ile barışa imkan tanıyan çözüm odaklı bir siyasal perspektif benimsenmesi gerekmektedir.
BARIŞ TERCİH DEĞİL MECBURİYETTİR!
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ DİYARBAKIR ŞUBESİ