BARIŞ TALEP ETMEKTEN VAZGEÇMEYECEĞİZ
AMASIZ, FAKATSIZ BARIŞ HEMEN ŞİMDİ!
Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği ve 2. Dünya Savaşı’nın başladığı tarih olan 1 Eylül, tüm Dünyada savaşa karşı olan milyonlarca insan tarafından Dünya Barış Günü olarak kutlanmaktadır.
Birleşmiş Milletler, dünya barışının tesis edilmesi konusunda üzerine düşen görevini istenilen seviyede yerine getirmese de 19 Aralık 2016 tarihinde, Barış Hakkı Bildirisini kabul ve ilan ederek barış hakkının bir insan hakkı olduğunu tüm üye ülkelere hatırlatmıştır. Yine Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi de 22 Haziran 2017 tarihinde verdiği karar ile “barış hakkının tüm üye ülkeler tarafından desteklenmesi” gerektiğinin altını çizmiştir.
Barış talebinin medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) ile de ilişkisi bulunmaktadır. Herhangi bir coğrafyada barışın tesis edilememesi kişilerin insan olmaktan kaynaklı birçok hakkını aynı anda ihlal etmektedir.
İnsan Hakları Derneği olarak benimsediğimiz temel yaklaşım, barışın, insan hakları ve özgürlüklere dayalı oluşudur. İnsanlar arasındaki her türden eşitsizlikler, hakların ve özgürlüklerin tanınmayışı, savaşların ve çatışmaların temel sebebidir. Bu nedenle İHD olarak her şart altında ve dünyanın neresinde olursa olsun barışın, haklara ve özgürlüklere dayalı olarak sağlanabileceği düşüncesindeyiz.
Barış gününü kutladığımız bugün dahi Dünyanın birçok yerinde bölgesel ve yerel savaşlar ile çatışmalar ne yazık ki devam etmektedir. Rusya’nın Ukrayna işgali ile devam eden savaş büyük acılar üretmeye, Libya ve Suriye iç savaşı yüzbinlerce insanın yerinden edilmesine, Türkiye’nin Kürt Meselesini aşırı güvenlikçi politikalarla çözme ısrarı her yıl yüzlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu tarihten bu yana geçen bir asırlık süre zarfında başta Kürtler olmak üzere toplumun tüm farklı etnik, dini ve cinsiyet gruplarını dışlayıcı politikalar izlemiş, toplumsal barışını tesis edememiştir. Özelikle Kürt meselesinin demokratik yol ve yöntemler ile çözülememesinin bir sonucu olarak yaklaşık 40 yıldır devam eden çatışmalı süreçte, başta yaşam hakkı olmak üzere en temel insan hakları sürekli ve sistematik olarak ihlal edilmiştir. Devlet, toplumdan gelen temel hak ve özgürlüklerin tanınması talebine, aşırı güvenlikçi politikalarla cevap vererek meselenin çözümünden uzaklaşmış, bu durum Türkiye toplumunun kutuplaşmasına neden olmuştur. Bu kutuplaşmanın sonucu olarak bugün hala Kürt coğrafyasında bir çatışma ortamı devam etmektedir.
İnsan hakları savunucuları olarak son yıllarda herkesin yaşamını doğrudan etkileyen çatışma ortamına karşı barışçıl çözümler üretmemize ve taleplerde bulunmamıza rağmen, siyasi iktidar çözümsüzlükteki tavrını devam ettirmektedir. Maalesef ki devletin sürekli öne sürdüğü çatışma, çözümsüzlük ve savaş ortamı toplum üzerindeki baskıyı da beraberinde getirmiştir. Bugün Türkiye’de örgütlenme ve ifade özgürlüğü büyük baskı altında olup insanlar sadece fikirlerini açıkladıkları için büyük cezalar alarak ve hapishanelere konulmaktadırlar. Özelikle Kürt sivil siyasetçiler, insan hakları savunucuları, gazeteciler, sanatçılar sadece devletten farklı düşündükleri için ya tutuklanıyor ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorlar.
Türkiye’de yerleşik militarist yapı farklı aktörlerle de olsa varlığını devam ettirmektedir. Militarizm denilince zihinlere sadece askeri birimler ve düşüncesi gelmemelidir. Ayrımcı dil ve ötekileştiren davranışlar toplumsal ilişkilerde de insanlara hiyerarşi ve itaati dayattığını, bu durumun da toplumun giderek daha da militarize olmasına yol açarak ırkçılık ve milliyetçiliğin yükselmesine neden olduğunu görmekteyiz. 2023 milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalif siyasi partilerin politikalarını belirleyip, dile getirirken iktidar ile aynı şiddet dilini kullanmaları, başta Kürtler, kadınlar, LGBTİ+ bireyler, sığınmacılar olmak üzere ötekileştirilen gruplara şiddet olarak geri dönmektedir. Bu ayrımcı uygulamalar ile şiddet politikalarının ürettiği sınırsız-sayısız ihlal gerçeğinin çözümü ve tek seçeneğini barışa dayalı politikalar geliştirmek olduğunu tekrardan vurgulamak isteriz.
Kürt Meselesindeki çözümsüzlük politikasının olumsuz etkilediği bir diğer alan da ekonomidir. Türkiye Toplumunun büyük bir kesiminin açlık sınırının altında yaşamını devam ettirmek zorunda iken, her yıl savaş politikalarına milyarlarca dolar harcanmaktadır. Türkiye’de uzun bir süredir devam eden ekonomik krizin en önemli sebeplerden biri olan güvenlik ve savaş harcamalarının yurttaşların ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmasının, toplumun refah seviyesini yükselteceği şüphesizdir. Ayrıca 2015 yılından sonra tekrardan başlayan çatışmalı süreç ve arkasından gelen 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal rejimi ile ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik ihlaller aynı zamanda KHK’larla işten çıkarmaları da beraberinde getirmiştir. On binlerce insan KHK’lar sonucunda mesleklerinden çıkarılarak çalışma hakları ellerinden alınmış, bugün hala haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü olmayan binlerce kişi kamu görevine dönememekte ve aileleri ile beraber sağlıksız koşullar içinde hayatlarını idame etmeye çalışmaktadırlar.
İnsan hakları savunucuları olarak 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle bir kez daha barış isteğimizi yüksek sesle dile getiriyor, topluma dayatılan nefret dilinin son bulması için iktidarı insan haklarına dayalı barışçıl politikaları uygulamaya ve Türkiye’nin toplumsal barışına uyguladığı tecrit politikasından vazgeçmeye çağırıyoruz.
İnsan Hakları Derneği